Zor geçim şartlarında ilk vazgeçilen kültür sanat harcamaları olur(muş). Gerçek aşkta bir bahane ve mazeret karşısında pes eden aşık olur mu? Diğer yandan tasarruf yapacağım derken ruhu doyuran meşgalelerden vazgeçersen, mutsuz da olursun, sinir küpü de!.. Bu iki cümle kenarda dursun, yazının sonunda bir kez daha okuyun lütfen.
‘Yara’ diye başlık attık madem “Dil” yarasından başlayalım… Edebiyatımızın kadim dergilerinde yazan kelli ferli usta(!) yazarlarımızdan, edebiyat fakültelerindeki profesörlerimize kadar aydınlarımızın kullandığı dil, üslûp, kelime tercihleri bilinçli ve dikkatli okuru adeta bir sabır testine maruz bırakıyor.
Salgın sürecinde aramıza katılan ve dilimizde kalıcı etkiler bırakan dil yanlışları, uydurma kelime tercihleri ve fazlalıkları yazık ki akademimize, aydınlarımıza da sirayet etmiş görünüyor. “ders anlatımında bulunmak, çıkış yapmak, maç izliyor olmak vd.” gibi örneklerle yetineceğim gereksiz kelime ve tamlama kullanımları okuru metnin özüne vakıf olmaktan ötelere savuruyor. Hele o ‘başat’ hastalığı yok mu? Anamal, kentsoylu vd. da nedir yahu? Memet Fuat’ın uydurma kelimelerini değil, hakkaniyetli eleştiri tutumunu örnek alsanız daha iyi olmaz mı?
Şubat ayı dergilerinden, hem de önde gelen dergilerimizden rastgele vereceğim birkaç misal meselenin ve dilimizin geldiği boyutu ortaya koyması bakımından yeterli olacaktır. Klâsik ediplerimizin eserlerindeki ahengi rüyamızda görürüz, tamam bunun bilincindeyiz ve kabullenmek zorunda kaldık ama bu uydurukça icatlar okuma keyfimize de hançer saplıyor efendiler! Çok yazma takıntısıyla gerekli kontrolü yapamama hâli yazıcılarımızın bazılarını spor sayfalarındaki dil hezeyanlarının müsebbipleriyle aynı seviyeye indirgiyor.
Aynı paragrafta onlarca defa tekrarlanan ‘tane’ kazası (40 tane şiirden oluşan, 39 tane şiir yüzeysel okunduğunda vs.), olumsal bir süreklilik(?) vs. vs. Hatırladıkça/gördükçe insanın asabı bozuluyor, bu kadarla iktifa edeyim.
Bilgiçlik taslamak namına gereksiz kelime ve -olmak gibi ekler kullanma, tamlamalar icat etme hastalığı, -sel, -sal düşkünlüğü yazarını küçük düşürüyor, yazdıklarının değerini de. Biraz dikkat lütfen…
KÜSECEK OLAN YAZMASIN
Yerinde ve ölçülü bir eleştiri, muhatap aldığımız edebiyatçıya hediyedir ve yazdıklarıyla ciddi şekilde ilgilenildiğini gösterir. Bu gerçek ayan beyan ortadayken muhatabı alınacak/küsecek diye gerçekleri ortaya koy(a) mamak edebiyata da edebiyat eleştirisine de ihanettir. Eseri yahut metni haddinden fazla yüceltmek ya da yerin dibine sokmak, şahsî nedenlerle değerli kalemleri ıskalamak ciddi bir kişilik bozukluğunu gösterir. Yanı sıra, eser odaklı olumsuz eleştirilere gönül koymak, yazana küsmek de kişinin edebiyatı değil kendi ikbal ve şöhretini düşündüğünü, samimi bir edebiyatçı olmadığını gösterir.
Edebiyatımızın ve mahfillerimizin çorak olmasının müsebbiblerinden biri olarak eleştirmen(ler)imizin olmadığı söylenegelir. Buna kesinlikle katılmıyorum. Metne hakkıyla nüfuz eden, artısını eksisini ortaya koyan, özgün ve isabetli tespitler yapan, çözüm yolları öneren cesur eleştirmenlerimiz var. Hemen aklıma geliveren Osman Özbahçe, Necmettin Turinay, Mehmet Erdoğan dışında olumlu özellikleri haiz eleştirmenlerimiz var; lâkin ikaza ve nasihate pek yanaşmayan, her şeyin en doğrusunu ve güzelini yaptığını iddia eden, küpe girmeden sirke olmaya çalışan yazar ve şairlerimiz de az değil. Ölçütü daima edebiyat olan, gözünü budaktan esirgemeyen eleştirmenleri kaale almayıp, belli hesap ve menfaatlerle yazan eleştirmenlerin gözüne girebilmek için bin bir takla atan yazıcılar(!) var. Bu durumu özellikle hikâye türünde gözlemliyorum. Böyle bir zihniyete has edebiyat eleştirmeni ne yapabilir ki?
İyileri müstesna, ‘ben seni yazayım sen de beni yaz’ gibi ilkelerle hareket eden, işine gelmeyen/kendisine bir faydası dokunmayacak yazı emekçilerini ısrarla görmezden gelen, işi kadın/erkek ayrımcılığına vardıran ve kişisel hesaplara götüren kalemler/sözde abiler ablalar var. Bunları tercih eden bir kurgucunun yahut şairin menzili ve ulaşacağı yer baştan belli değil midir?
Neyse ki hakikat şaşmaz, er ya da geç ortaya çıkar karanlık da, aydınlık da; kötüler ve kötü niyetliler kendiliğinden sahneden çekilir.