Gazetecilik hayatım boyunca çok şeylere şahit oldum, çok şey gördüm geçirdim.
O kadar çok olaylara ve hadiselere tanık oldum ki…
Gazeteci milleti çok şey bilmesine rağmen bunları yazmada, haberleştirmede ve kamuoyuna aktarmada basın-yayın ilkeleri dahil kendi vicdanî süzgecinden geçirmeden, elinde bilgi ve sağlam vesika olmadan yazmaz.
Âdeta kırk dereden su getirmesi gerekir!
Haberciliğin ve gazeteciliğin kurallarından birisi de, 5N1K’dan ayrı olarak yakaladığın çok mühim bir haberi araştırıp, soruşturmak ve doğruluk derecesine vâkıf olmaktır. Biz gazeteciler toplumda öne çıkmış insanları yakından gözlemleriz. Ülkeyi ve bu şehri yönetenler ile bu şehrin ileri gelenleri ve vekilleri de buna dahildir.
Devletin eli, gözü, kulağı nasıl onların üzerinde ise; bizim gözümüz kulağımız da âdeta onların üzerindedir!
***
Gazetecilik yaşamımda o kadar çok olaya şahit olmama, bilmeme, öğrenmeme rağmen bunları yazıya dökemediğim gibi ulu orta her yerde konuşmak gibi bir densizlikte bulunmanız ve terbiyesizlik yapmanız zaten mümkün değil!
Meselâ uyuşturucu kullanan gençlerin ekseriyeti varlıklı ailelerin çocuklarıdır. Gariban çocukların paraları olmadığından daha alt seviyede madde bağımlısıdırlar. Medyada da ekseriyetle bunların haberleri yer alır. Bazen oyunbozan artistlerin, bazen de cinayet işledikleri zaman o uyuşturucu partileri düzenleyen kalburüstü ailelerin çocuklarının binde bir haberlerine rastlarsınız. Geçenlerde kaldırımda yürürken bir genç adamın ister istemez telefon konuşmasını gayr-ı ihtiyarı olarak işittim. Karşı tarafa diyordu ki; “İnsan bir başka oluyor ve başka dünyalarda hissediyor kendini, adetâ uçuyorsun!” diyor. Belli ki bu kişi uyuşturucu ya hap kullanıyordur ya da onların benzeri başka şeyleri…
***
İntihar olayları haberlerini eskiden çok yapardık. Yazı işleri müdürü olduktan sonra sorumluluk üzerinize yüklenince, neden ve niçin intihar ettiğini araştırdığınızda, karşınıza öyle hayat hikâyeleri çıkıyordu ki… O vakit “Ben bu haberi keşke yapmasaydım” diyorsunuz. Dinî değerleri öğrendikten sonra ve bu intihar ölümlerini birde bu açıdan bakarak değerlendirdiğinizde; “intihar haberlerine yer verilmemesi lâzım” noktasına geliyorsunuz.
Meselâ Karaman’da vuku bulan o menfur hadiseyle ilgili Konya’da da pek çok olay olmasına ve bilmeme rağmen, kötülüğün alenîleşmemesi ve yayılmaması için bu konuları pek fazla deşmiyor, ele almıyorum. Okulda ders yaparken eli kız çocuğunun omuzuna değen nice erkek hocaların başına gelenlere, hatta Konya E-Tipi Cezaevi’nde suçsuz yere yatan öğretmenlere Allah ecir sabır versin. Ama yöneticilerin, insanımızın ve Müslümanların bu konuda ifrat-tefrit noktasında çok dikkat etmeleri gerektiğine, kendilerine çeki düzen vermelerin lüzumuna gönülden katılıyorum.
***
Atalarımız ne demiş: “Eline, beline, diline sahip olacaksın!”
Her doğruyu da her yerde söylemeyeceksin.
Dil yarasıyla alâkalı pek çok atasözü var. Bunlardan birisi şöyle: “Dil ebsem (olsa) baş esen(dir).” Yâni kişi diliyle başını derde sokabilir.
Hoşuma giden diğer atasözleri de şöyle:
“Dilim seni dilim dilim dileyim, başıma geleni senden bileyim.”
“Dilin cirmi küçük, suçu büyük.”
“Dilin kemiği yok.”
“Dilsizin dilinden anası (sahibi) anlar.”
“Dil var bal getirir, dil var belâ.”
AZİZİM DİYOR Kİ…
Şimdi Nurettin Yıldız Hoca’nın başına gelenler, inanın şimdiye kadar pişmiş tavuğun başına gelmemiştir.
Bu memlekette “beşik kertmesi” yapılıyor mu? Her yer ve bölgede değil elbette. Bazı aşiretler ve aileler arasında eskiden yaygın vaziyette idi.
Yıldız Hocam! Bu millet ve insanımız Mecelle’yi ne derece biliyor dersiniz? Bazı STK’lar tarafından “çocuk yaştaki evliliklere” karşı mücadele edildiği bir zaman diliminde, hocam siz, Mecelle’nin evlilik ile ilgili bölümlerini tartışmaya açıyorsunuz.
Geçmiş olsun dileklerimle birlikte gördüğünüz gibi hocam; “Doğru söyleyenin tepesi delik olur”muş.