DİLİN GÜCÜ

Hatice Filiz Çelik

Bir toplumun din, edebiyat, tarih, bilim, eğitim, günlük yaşayış gibi her alanında dilin varlığı ve gücü kendini hissettirir. Dil, bir toplumun ve insanın en vazgeçilmezi ve varoluşunun en temel koşullarından biridir. Dil ile duygu ve düşüncelerimizi belirli bir şekle koyabiliriz. Dil, sadece bir iletişim/anlaşma yolu değil, aynı zamanda, bir ulusun tüm tarihini, duygusunu, düşüncesini, kültürünü aktarabildiği bir vasıtadır.

Farkında olmasak bile sabahtan akşama kadar dilin içinde kültürümüz şekillenir. Dilin zenginliği kültürün zenginliğinin işaretidir.

Teknolojik iletişim araçlarının da çok büyük etkisiyle günden güne zayıflayan anadilimizin sorunları ve çözüm yollarının her biri ayrı bir tez konusu olabilir.

Bugünkü yazımızda dil konusunda çok büyük önem arz-etmeye devam eden “iş dünyası dili”nin ya da gayrı resmi adıyla “plaza dili”nin kısaca,  uydurukça bir dilin verdiği rahatsızlığı dile getirmeye çalışacağız.

Plazadan anlaşılan, bir iş yerine ait büyük katlı binalardaki ofisleri içeren çalışma alanlarıdır ki hepimizin bildiği üzere son dönemlerde fazlasıyla negatif yönleri ile gündemdedir bu iş yerleri. Bu çalışma ortamlarının sağlıksız, samimiyetten uzak, hırs ve başarı!!! odaklı, sistemin getirdiği sıkıcı tekdüzeliğe mahkûm ortamları, her yönüyle ele alınabilecek ayrı ayrı konuları içerir.

Yukarda da bahsettiğimiz üzere bu konuların en rahatsız edici özelliklerinin başında dilimizin bu işyerlerinde bilerek ve isteyerek katledilmesi gelmektedir.

Nedir bu plaza dili? Konuya yabancı biri için ilk akla gelebilecek tanımı; işin gerektirdiği, teknik ve belki de uluslararası ortak terminolojisinden oluşması olabilir ki bu durumda söz konusu uluslararası bu ortak dil gayet normaldir. Mesela tıp doktorlarının Latince terimleri ile hastalıkları tarif etmesi, bir mühendisin alanındaki mekanik terimlerin İngilizcesini kullanması, bir felsefecinin felsefi tanımları veya bir ziraat mühendisinin bitki adlarını Latince telaffuz etmesi gibi... Tüm bu terimler” mesleki dil raconu” olarak adlandırılır ki dünya ortak bilim ve ilim dili için gayet gereklidir.

Plaza dili diye adlandırılan dil ise, bu tanımlamadan uzak, hiç gereği olmadığı halde, tamamen uydurulan kelimeler, dilbilgisi kurallarında yeri olmayan cümle kalıpları ve en kötüsü de kelimenin karşıtlığı dilimizde olmasına rağmen İngilizcesinin kullanımıdır. Sait Faik de kendi zamanında  yabancı dili Türkçe ile kullanmaya çalışanlar için  şöyle bir tanımlamada bulunur. Yeri gelmişken bu tanımı da belirtmeden geçmemek gerekir. Şöyle der Sait Faik; “Türkçemize ne  ukalâlıklar, ne yabancılıklar  takılmış, ne  paçavralar giydirilmiştir…Yabancı dili gösteriş aracı olarak kullanan kendisi olamayanlardır onlar…”

Bu dile hakîm olmayan, daha önce bu tür konuşmayı duymayan biri böyle bir ortamın içine girdiği zaman büyük bir yabancılık çekecektir. Ve hatta kendini mesleki anlamda dışlanmış bile hissedebilecektir.

Bu uydurukça dil bundan birkaç on yıl önce iş merkezlerinin büyük genel merkezlerinde ortaya çıktı. Sonrasında ise iletişim araçları sayesinde Anadolu’nun en ücra köşesinde bile kullanılır oldu. İlk etapta bu dili kullananlar yurtdışında yabancı dilde eğitim almış yöneticilerin kendi yüksek statülerini gösterme amacı taşıyordu. Örneğin, Türkçeyi İngiliz aksanı ile konuşmak, cümle içine  yabancı kelimeleri karıştırmak ve kulağa gerçekten tırmalayıcı gelen uydurulmuş cümle kalıplarını  kullanmak gibi. Daha sonraları ise işyerlerinde yurtdışında tatil amacı dışında hiç bulunmamış ve hatta yabancı bir dili hiç konuşamayan insanlar dahi bu dili benimsemeye başladılar. Özellikle bu dil iş günü içindeki elektronik postalarının  ve toplantılarının normal dili halini aldı.

Konu hakkında kötü örnek olmamak için ve  sadece konuyu daha anlaşılır kılmak adına  çok kısa bir örneklendirme yapmakla yetineceğiz. Örneğin; bilgisayarınızdaki sunum dosyasını astlarınızın elektronik postasına gönderilmesini bir iş arkadaşınız sizden rica ederken şöyle söyleyebilir size ; “Briefinizi  e maile attach edip junior collegularınıza  sent edin lütfen(okunuşu: birifinizi imeyılaeteç edip cünyır kalıglarınıza sent edin lütfen “.

Diğer bir örnekte dilimizde olmayan “zaman kalıbı” nın kullanımıdır. Örneğin; toplantı için sizi bekliyorum yerine toplantı için sizi bekliyor olacağım…!!!

Bu örneklerin her gün binlercesi iş yerlerinde konuşuluyor maalesef. Sevindirici haber şu ki artık  kaliteli, işine ve kültürüne sahip çıkan ve kendi dilinden utanmayan firmalar bu dili işyerlerinde yasaklamaya başladılar.

Konfuçyus’a atfedilen bir kıssa vardır:

 Konfüçyus’a bir gün sormuşlar: ”Bir ulusun tüm yönetimi sana bırakılsaydı ilkin ne yapardın?”

Şöyle cevap vermiş:

 ”İlkin dili düzeltirim. Dil düzgün olmayınca söylenen söylemek istenen değildir;

söylenen söylemek istenen olmayınca yapılması gereken yapılmadan kalır;

yapılması gereken  yapılmadan kalınca törelerle sanat geriler;

törelerle sanat gerileyince de adalet yoldan çıkar;

 adalet yoldan çıkınca halk çaresizlik içinde kalır.

İşte bu yüzden, söylenmesi gereken başıboş bırakılamaz.

 Bu her şeyden önemlidir.”

Sadece iş yerlerinde değil elbet hayatın tüm aşamasında dilimize, kendi öz kültürümüze sahip çıkmak gelecek nesillere bırakacağımız en büyük miras olacaktır.

İster devletin yöneticisi, ister işyerindeki bir yönetici, önce kendinden başlayarak kendi diline  gereken saygıyı göstermesi öncelikli bir ödev olarak kabul etmelidir.

Çünkü insanları bir arada tutan en önemli unsurlardan biri dildir. Dilin gücü de buradan gelir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.