Müslüman Türk Halkı, son yüzyılda inançlarından koparılmak adına yürütülen sistemli faaliyetlere karşı her türlü baskı ve sindirmeye rağmen “iman ve itikadına” zararlı fikir ve yaşam biçimlerine karşı direnç göstermişler; zaman içerisinde İslam’ın bu milletin gönlünden çıkarılmasına karşı büyük mücadele veren dava insanlarına destek olmuşlardır.
Zaman içerisinde iç ve dış düşmanların etkisiyle insanımızda özellikle de kendilerini muhafazakar/dindar tanımlayan kesimlerde yeni, sosyal bir sınıf meydana gelmiştir. Bu sınıfın en temel özelliği; İslam’ın emir ve yasaklarına hassasiyet göstermeyen, önemsemeyen; din dışı yaşam tarzlarını benimseyen, bu yaşam tarzından rahatsızlık duymadığı gibi normal karşılayan; bunun yanında Müslüman hatta dindar olduğunu söylerken de haline bakıp utanmayan!
Şunu samimiyetimle ifade etmek isterim ki, geçmişte Müslümanlara yapılan haksızlıkları, zulümleri biliyor; bugün bazı hakların elde edilmesi karşısında muhafazakar/dindar kesimin sevinç yaklaşımlarını da saygıyla karşılıyorum. İslami temelli bazı yasakların kalkmasına, hakların verilmesine elbette ki bir Müslüman olarak seviniyorum; ancak, sevinç çığlıklarını çok abartılı buluyor, sindirilmiş bir toplumun psikolojik yansımaları olarak, görüyorum. Çünkü, bu durum esasın, yani İslam’ın temel ilkelerinin gözden kaçırılmasına sebebiyet vermektedir. Sevinmesine sevinelim de İslam’ın hükümlerini de dikkate alalım. Çok somut bir örnek olduğu için paylaşmak istiyorum.
Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan astsubay, subay ve diğer kadın personele uygulanan başörtüsü yasağının kaldırılarak başörtüsü takmanın serbest olması ile ilgili bizim muhafazakar kesim öyle sevindi öyle sevindi ki, sanki büyük bir zafer kazanılmış gibi. Kimse “arkadaş, halkının yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede bu sevinç” niye, demiyor. İnanın düşündükçe utanıyor; içimden ayıp çok ayıp demek geliyor!
-Niye diyeceksiniz?
1-Bizim kültürümüzde ülkenin güvenliğini erkekler sağlar; askerlik, savaşmak erkek işidir. Topyekûn savaşın dışında kadın savaşa katılmaz, askerlik yapmaz. Öyle olmasaydı kızlar da askere alınırdı.
2-Halkının kahir ekseriyeti, Diyanet İşleri Başkanlığı verilerine göre yüzde 99.2’si Müslüman olan bir ülkede kadının hangi şartlarda çalışması gerektiğini İslam belirler. İslam’ın koyduğu sınırların dışında kadının çalışması caiz değil; bunu kafama göre değil İslam’a göre söylüyorum. Bu konuyla ilgili bilgi sahibi olmak isteyenler fıkıh kitaplarına bakabilirler.
Yaşananlar “Dini Yaşamadan Dindar Olmak” tanımlamasının yansımalarıdır. Dindar olmak o kadar kolay değil; dindar olmak için bir insanın iç dünyası dahil olmak üzere tüm yaşamında dinin emir ve yasaklarını yerine getirmeye çalışması, en önemlisi içselleştirmesi gerekir. Biz buna “ihlas” diyoruz; ihlas olmadan İslami yaşam havada kalır.
Kendini dindar tanımlayacaksın her türlü haksızlığı, ahlaksızlığı, zalimliği yapacak ondan sonra lafa gelince “dindarım” diyeceksin! Böyle şey olmaz, olamaz!
Günümüzde kendilerini dindar olarak tanımlayan ancak, dindar olmayan insan sayısı tahminimizin çok üzerindedir. Bu durum Allah’a(cc) dokunur ve cezasını hepimiz görürüz ve görüyoruz da! En önemlisi de yanlışın makul ve meşru görülmesidir. Hepimizin bildiği gibi bu durum “Ilımlı İslam Projesi” olarak yaşam alanımıza sunulmuş iç ve dış etkenlerin çalışmalarıyla başarılı da olmuşlardır. “Ilımlı İslam” konusu ile ilgili yazımı ileride paylaşacağım.
Üç günlük dünya menfaatleri için dinimizi kimsenin kullanma hakkı yoktur. İnanmıyorsan inanmazsın; kimse kimseye niye inanmıyorsun niye dindar olmuyorsun, demiyor. Dindarım diyorsan adam gibi dindar olacaksın; olmayacaksan münafıklığa yol açacak davranışlardan kaçınacaksın!
Aslında, günümüzde “dindar” görünmeye de gerek yok; çünkü, “dindar” görünmek geçer akçe değil; hiç olmazsa öbür dünyamıza zarar vermeyelim!