Ne uyarıları dinliyoruz ne bizden bir talebi olanı. Çıkmışız kendimizce bir dağın tepesine, dağın heybetini kendi heybetimiz sanmışız.
Zor zamanlarda doğru söyleyenleri dinlememek gibi huylar edinmişiz. İşler sarpa sardığında, doğru söyleyenleri aramaya kalkmışız!
“Ba'de harâbi'l-Basra” yani Basra harap olduktan sonra derler ya hani…Biz harap, gönlümüz harap, hayallerimiz harap, umutlarımız harap…Harabe olmuşuz, viraneye dönmüşüz.
Aklımız başımızda mı?
Değil!
Geçtiğimiz zamanlar bir hayli zor zamanlar. Dahada zorlaşacağı sinyalini çoktan veren zamanlar.
Dinlemek bir erdemdir oysa…Erdemdir amma, var mı doğruları hakikatleri dinleme yolunda attığımız bir adım.
Bazen…Kerhen…Mecburiyetlerden, yanlış adım atmanın doğurduğu ve doğuracağı vahim sonuçlardan…
Söz dinlememe inadımız ve ısrarımız devam ediyor. Ne büyük sözü geçiyor. Ne de dost ve arkadaş sözü…Zor zamanlarda doğru söyleyen büyüklere, dostlara, yakınlara, aileden insanlara sahip olmasına sahibiz amma, biz o eski biz değiliz.
O eski hoş görümüz yok. Herkesi kucaklayan anlayışımız oldukça sığ bir çerçeveye sıkışmış vaziyette…Ne dense, bize akıl öğretmeye çalışmak gibi geliyor. Gurur ve kibrimizin çıkardığı engeller de cabası…
*****
Açlık, yokluk, yoksulluk, fakirlik, garip ve gurabalık kuşattı her tarafımızı. Enflasyon pestilimizi çıkardı, hâlâ ezilmedim, yıkılmadım ayaktayım, hayattayım şarkıları çalıyor.
Bu insanlar bu fiyatlara bu ürünleri nasıl alır demeyen dokunuşlar dur-durak tanımadan fiyatlara dokundukça dokunuyor. Canımıza okunuyor!
Her şey meydanda…Her şey ortada…Ayan beyan, açık-seçik üstelik…Gerisi gören gözlere kalmış.
Görülse, gören gözlerin güzelliği diyeceğiz.
Ne diyordu Mevlânâ “akıllıysan, var bir akıllıya daha danış”
Bir akıllıya daha danışamama gibi bir açmazımız var.
Ben kendi işimi kendim görürüm, benim aklım bana yeter, akıllıyı severim, benden akıllıyı yanımda bulundurmam gibi sözler dilimizden düşecek gibi değil.
Çünkü işimize geliyor. O işimize gelen kördüğümleri çözmüyor. Bir arpa boyu yol gitmiyor.
Var mı bundan ötesi derlerdi ya…Bundan ötesi hem yok hem de sözün bittiği yer misali gibi bir şey…” Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler” demek, belki de en güzeli, en doğrucası…
*****
Rahmetli Orhan Veli, “Bedava” şiirinde, “Bedava yaşıyoruz, bedava; / Hava bedava, bulut bedava; /
Dere tepe bedava; / Yağmur çamur bedava;” demiş.
Bizde ona nazire olarak devam edelim; çarşı pazarı seyretmek bedava, market reyonlarına bakıp geçmek bedava, bedava yaşıyoruz vesselam bu dünyada…Halimiz uzun zamandan beri böyle…
Sonu “-ecek” ve “-acak” diye biten o kadar çok cümle işittik ki, artık aralarında bizi teselli edeni de kalmadı.
“Tadı yok sensiz geçen ne baharın ne yazın” diye içli bir şarkı vardı ya hani…
O sözleri vurun mecaza…Vurun halimize ve ahvalimize…Vurun yaşadığımız bugünlere…
Artık hiçbir şeyin tadı olmadığını, kalmadığını baharı görmeden yazın geçip gittiğini görmesi gerekenler, bilmesi gerekenler görmüyorlar mı, bilmiyorlar mı?
Pazarlar içler acısı, marketler uçmuş, eczanedeki ilaçlar ateş pahası…Maaşlar ele geçmeden, yeni dokunuşlar başladı dahası…
*****
Doğruyu söyleyenleri dokuz köyden kovduk…Doğrucu Davut diye demediğimizi bırakmadık.
Açıkgözleri, çok bilmişleri, menfaatperestleri dost bildik, ahbap edindik.
Doğru, temiz kim varsa pasif dedik, girişken değil dedik, bana ayak uyduramıyor dedik, bu devir onun devri değil dedik, gelişen yeni şartlara uyum sağlayamadı dedik, gerekçe yaratmakta kimse elimize su dökemedi.
Ne oldu?
Rotamız şaştı…Gemilerimiz battı…Vurduk dibe…Sellerin ve rüzgarların önünde öylesine savrulduk, yangınlarda öylesine kavrulduk ki, yine de aklımız başımıza gelmedi.
Ben babamın bile nasihatini dinlememişim sen kimsin diye üzerine yürüdük insanların.
Bir süre öyle gittik, sonra yine hüsran, yine duvarlara toslama, yine kantarın topuzunu kaçırma…
Sonrası derin bir ümitsizlik…
*****
Vefa konusunda da az vefasızlık yapmadık.
Bizi bataklıklardan çekip çıkaranlara, canımızı kurtaranlara daha sonra Allah’ın selamını vermedik. Aramadık, sormadık, yolda görsek yolumuzu değiştirdik. Hatırlamamak, tanımamak işimize geldi. Neden böyle davrandığımızı değil bir başkasına, kendimize dahi izah edemedik. Aynalara en son ne zaman baktın sorusundan sürekli kaçtık.
Ne mi oldu?
Yine düştük iflah olmaz, şifa bulmaz dertlere…
Dipsiz kuyulara…Uçurumun kenarında gezinmelere…Diplerde debelenmelere…
Ah alanlardan, beddua edilenlerden olduğumuzu söyleyenlere karşı savaş açtık.
*****
Zor zamanlarda doğruları dinlemeyenin vay haline diyenler hep vardı…Bizler ise; herkesin doğrusu kendine, ne bileyim doğru söylediğini diyen şüpheli yaklaşımlarda bulunmayı sürdürdük.
Sonrası yine battık…
İnsan kaç kere batardı? Daha ne kadar batardı? Sonu var mıydı batmanın?
Vardı belki de…
“Battı balık yan gider” demek işimize mi geldi, hoşumuza mı gitti, battık gitti bir süre daha. Ta ki batık haline gelip batık kurtarmaya gelen yok mu diye kanlı gözyaşları dökünceye kadar.
Kuyruğu dik tutmada üstümüze olmasa da havalı konuşanlar, ayakları yere değmeyenler pes etti sonunda…
Herkes batarsa ben de batarım diyenler vardı. Yetti artık kurtulalım şu batık olma halinden diyenler oldu. Zararın neresinden dönersek kâr diyenlerde...
Ne olup olmadığını önümüzdeki günler gösterecek diyenlerin sözlerini yabana atmamak lazım.
*****
Aklın yolu bir değil mi? Bir olmasına bir de aklımız fena karışık. Hakikatlere yakın olmama, hakikatlerle barışık yaşamama halimiz devam ediyor.
Dilimizden “fakat, ama, ancak, yine de” gibi kelimeler hiç düşmüyor. Şüpheler, karamsarlıklar, umutsuzluklar, endişeler diz boyu…
Biz böyle değildik, bize ne oldu, neler oldu, nasıl bu hale geldik sorularının cevaplarını arayanlarımız da az değil.
Zaman zor olmasına zor elbette…
Lakin; doğru bu, eğri şu diyenleri, hakikatleri gösterenleri bu zor zamanlarda da göremiyorsak, bulamıyorsak, duyamıyorsak, ayırt edemiyorsak yazık bize, yazık olacak hepimize…