Güftesi Cengizhan Altuntaş’a, bestesi Mehmet Ilgın’a ait olan Rast makamında ki, “Ağlama değmez hayat” şarkısını bizim nesilde dinlemeyen ve bilmeyen yoktur.
Şarkının nakaratı, “Ömür çiçek kadar narin bir gün kadar kısa /Ağlama değmez hayat bu gözyaşlarına” diye devam ediyordu.
Bir teselli şarkısıydı. Bu yalancı dünyanın, bu kısacık hayatın, dökülen gözyaşlarına değmeyeceğine ne güzel de vurgu yapmıştı rahmetli şair Cengizhan Altuntaş.
Hayatın içinde, kederinde neşenin de iç içe olduğuna vurgu yapan çok hoş dizeler vardı.
Onlarca yıl sonra ne mi değişti?
Tabi ki, hiçbir şey!
Bugünler ağlama değmez hayat diyeceğimiz günler!
Lakin, insanız, duygusalız, hele ki yaş yetmiş ve üzeriyse, gözleriniz buğulanır, dolar, çünkü elinizde değil!
Bugünler, dibe vurduğumuz, efkârımızdan ne yapacağımızı şaşırdığımız, oldukça zor günler.
Bizi anlamayanların, anlamak istemeyenlerin, lafla fırtınaları, kasırgaları, savuşturduklarını sandıkları günler!
Dipte kalana, virüsün, selin, depremin, yangının vurduklarına laf neylesin?
Oysa laf ne diptekileri kurtarır, nede sarf edeni!
Hayatın ne kadar kısa olduğunu, ölümün ne kadar ani ve ansızın geldiğini, dünyanın yalancılığını ve boşluğunu Pandemi defalarca göstermedi mi?
*****
Pandemi yalnız başına gelmedi. Enflasyonla geldi, ekonomiyle geldi, piyasaları alt-üst ederek geldi. Bütün yolları kapatarak geldi. Gündüzümüzü zifiri karanlığa döndürerek geldi.
Güvendiğimiz dağlara öyle karlar yağdırdı ki tipiden, fırtınadan göz gözü görmez oldu. Dost dostu kaybetti, dostluk bağları paramparça oldu. Ne kadar gönül ve dostluk üzerine kurulmuş köprü varsa hepsi yıkıldı.
İnsanlık yere çakıldı!
Hayatın ağlamaya değecek bir tarafı kalmadı!
Türk lirasının dibe vurduğu, ekonominin dip yaptığı, dibe vuran, dipte kalan, kendini toparlayacak hali kalmamış insan sayısının her geçen gün arttığı bir dönemin tam da ortasında kalakaldığımızı kimselere anlatamaz olduk!
Zarar-ziyan noktasında hem derdimiz büyük, hem de yaşadığımız hayal kırıklığı öyle böyle değil!
Olur mu öyle şey dediğimiz ne varsa oldu.
Hem öyle bir oldu ki, tahminler ötesi…
Zarardan-kârdan geçtik…
Her geçen gün daha da fakirleştiğimizi, alım gücümüzün kalmadığını bizzat yaşayarak görmedik mi?
Elimizdeki ve cebimizdeki paranın markete, çarşıya, pazara yetmediğini, evlerimize eli boş dönmeyi bir tülü içimize sindiremediğimizi birebir yaşamadık mı?
*****
Dip deyince, dibe vurmak deyince, daha başka ne anlayacaktık ki…Aç kalmak, işsiz aşsız kalmak, dükkanı açamamak, borcu-harcı, kirayı ödeyememek, faturalar karşısında çıkış yolu bulamamak nedir sizce?
İşte dip bu!
Dipse dibe vurduk!
Düşündük kaldık!
İşin içinden çıkamadık!
Kimimiz efkârlandı!
Dağlara taşlara vurdu kafasını!
Kimimiz kendini dışarı attı, ıssız sokaklarda hüngür hüngür ağladı!
Kimimiz olmayan o çareleri aradı, bulamadı!
Sonra bir daha toparladı kendini…
Ağlama değmez hayat dedi.
Dipte ağlamaya devam ediyor sandı bazıları. Hâlâ da öyle sanıyor olmalılar ki, laftan kuleler yapmaya devam ediyorlar!
*****
Denizler durulmaz dalgalanmadan denmiş. Bu deniz durulacak elbet! Bu dalgalanma, bu belirsizlik bitecek!
Dünyamız dünya savaşları gördü.
Ekonomik buhranlar, krizler gördü.
Dibe vurmanın daniskasını defalarca yaşadı…
Her şeye rağmen hayat devam etti.
Ülkemizde öyle…
Su akar mecrasını bulur diyen büyüklerimiz, sabır demişler, uhulet ve suhulet tavsiye etmişler.
Bir zamanlar dibe vuran, zıplar, sıçrar o hızla dipten ve dibe vurmaktan kurtulur diye anlatılırdı. Dibe vurmak üzere olanlar için, dibe vuranlar için bu anlatım kurtulma ümidiydi.
Şimdi dibe vuran dipte kalıyor gibi bir yaklaşım var. Dipte kimin kaldığını, kimin dibe daha yakın olduğunu, durduğunu zaman gösterecek!
Kara gün kararıp kalmaz elbet!
İnsan en ümitsiz, en karanlık, en sıkıntılı, en darda kaldığı zamanlarda dahi kendine bir çıkış yolu her defasında bulabilen bir canlı!
Bunun adına mucize dediler, Hızır gibi bir yetişen oldu dediler. Allah’tan ümit kesilmez diyenler çok daha fazlaydı.
*****
Felaket tellalları, lafları nalıncı keseri gibi kendine yontanlar, insanları en olmadık durumlara ikna ettiğini, yanına çektiğini zannedenler, zeytinyağı gibi su yüzüne çıkanlar, haksızken haklı olmaya kalkanlar, insanlara hayatı zehir edenler binlerce yıldır dünyanın her köşesinde varlar.
Hiç bitmediler!
Yalancı dünya, ne sana, ne bana, ne ona, ne ötekine hasılı kimseye kalıcı değil!
Baki değil!
İnsanlar bu dünyanın gerçek sahibi olmadıklarını, olamayacaklarını bir türlü idrak edemiyor!
“Fani dünya hoştur amma, akıbeti mevt olmasa” diyen şairi hatırlamadıkları o yüzden!
“Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz” diyen Yunus’u da!
Dibe vuran insanlara el uzatmayanlar, dönüp bakmayanlar el uzatılacak hale o kadar çok düştüler ki, yine de bildiklerini okumaktan vazgeçmediler.
Onları takip eden, referans olarak alan, idolleştirenlerde öyle…
Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste derler ya…Mazlum ahı alanlara bu dünya sefa sürdürmedi! Sadece sefa sürdük sandılar, hepsi o kadar!