Büyük ticari kuruluşların, daha ziyade yılsonu stoklarını eritmek amacıyla, öncelikle Amerika’da başlattığı, sonrasında tüm dünyaya yayılan alışveriş çılgınlığı, maalesef ülkemize de yayılmış durumda.
İnsanların ihtiyacı olmayan nesneleri, indirim ve kampanya aldatmacasına kanarak, hırsla ve çılgınca alışverişe g girişmesi hem maddi, hem de manevi çok büyük zarar içerisinde olduğumuzun göstergesi, yeterince ve doğru düşünüldüğü takdirde.
Nedir bu Kara Cuma adı peki, nereden çıkmış? Amerika’da o yıl elde edilen kazanca şükretmek için kutlanan ve ulusal bir bayram olan Şükran Günü’nden sonra gelen ilk cumaya verilen addır, Black Friday (Kara Cuma), aynı zamanda Noel(yılbaşı) alışveriş sezonunun ilk durağı olarak da kabul edilmekte.
Black Friday sözü ilk kez1961 yılında Amerika basınında kullanılmış. Aynı yıl Amerika’da alışveriş çılgınlığından dolayı yaşanan kaza ve kötü hadiseler nedeniyle de ‘black(kara)’ sözü literatüre girmiş.
İşin maddi boyutu bu şekilde, gelelim bizi asıl ilgilendiren kısma, manevi boyutuna: Cuma, Müslümanların bayram günüdür. Nasıl ki diğer dinlerde bazı günler, diğer günlere göre ön plana çıkarsa, Müslümanlıkta da Cuma günü, diğer günlerden ayrıcalıklı görülür. Yahudilerin cumartesi günü başta olmak üzere ecnebilerin hiçbir özel gün/kutlamalarına toz kondurmadıkları, hiçbir saygısızlığa/densizliğe izin vermedikleri bir dünyada Müslümanların bayram günleri olan Cuma günü için hassas davranmaları, sarıp sarmaya çalışmaları ise başta içimizdeki densizler, Batı tarafından komployla, gereksiz hassasiyet yaftalamalarıyla itham edilmekte. Bu savunulara girenler de gereksiz hassasiyet veya gericilikle suçlanmakta. İki cihanın güneşi sevgili peygamberimizin mübarek dinimiz için çektiği inanılmaz eziyetler ve ‘Bu din garip geldi, garip gidecek’ sözü aklımıza gelince içimizin kan ağladığı aşikar. Böyle mübarek bir günün ‘kara’ sıfatıyla anılması, herhangi olumsuz sıfatın içinde geçmesi her ne nedenle olursa olsun müminleri üzmelidir de, hepimiz böyle zalim bir nitelendirmeye karşı çıkmalıyız zaten. Ama bakıyoruz, bu alışveriş safsatası/virüsü ülkemizi de sarmış durumda. İsrafın haram kılındığı, çok yemenin/uyumanın/konuşmanın hoş görülmediği dinimizin özünün unutulması gerek şahsi, gerekse toplumsal pek çok yaraya neden olmaktadır. Aklımız başımıza gelmediği takdirde bu yaraların kapanmayacağı malum.
Atalarımızın fotoğraf çekmekten imtina ettiği, yalnızca devletin zaruri kıldığı durumlarda edebe uygun fotoğraf çektirmeye yanaştığı, edep ve hayanın her koşulda ön planda tutulduğu naif günlerden nerelere geldiğimizi, nelere alıştığımızı ya da alıştırıldığımızı düşününce bilinçli dimağlarda ve yüreklerde yaralar daha derin bir hal almaktadır.
Belli ücretler karşılığında umre ve hacda kişiye özel duaların yapılmasına dair reklamlar, üzerlerindeki sorumluluk, örnek olma kaidesinden dolayı, daha fazla olan başörtülülerin kızlı erkekli okey masalarında ve alkollü ortamlarda sosyal medya paylaşımlarına girişmeleri, bazı şaşkınların yaptıkları yeni binaların tasarımını Allah yazısı şeklinde yapılarak, bu konutları alanların Allah’a daha yakın olacakları gibi akıl almaz algılara giriştikleri ve benzeri pek çok aymazlığın muhasarası altında ulvi bir dirilişi, şaha kalkışı bekliyor insanımız. Bu şahlanış elbette, oturduğumuz yerde, klavye başında, hayıflanarak, yatarak olmayacak. Gerçek millet ve din sevgisi, adanmış/ salih insanların tutuşturacakları bir kıvılcımla anlamını bulacak, Black Friday’i tedavüle sokan ecnebi güçlerin peşinden giderek değil, tüm ıstırap ve dertlerin yegane çaresi dinimizin emir ve ikazlarına ihtimam göstererek vücut bulacak diriliş ve akabindeki şahlanış. Bu minvalde öğretmeninden, akademisyenine; mühendisinden, doktoruna, yayıncısına, gazetecisine, hepimize bazı görevler düşmekte…
Eğitim; her şeyin başıdır, güzelliklerin ve çirkinliklerin sebebi, toplumların kalkınmasının ya da geri kalmasının ana merciidir. Bir öğretmen öğrencisini kendi evladı gibi görmedikçe, anne babalar evlatlarının devletine faydalı, örnek bireyler olarak yetişmesi için ideal örneklik sergilemedikçe ve bu minvalde fadakarlık göstermedikçe, öğrenciler vatanlarına ve ailelerine sorumluluklarının bilincine varmadıkça eğitim adına alınan hiçbir kararın, gerçekleştirilecek hiçbir devrimin faydası olmayacaktır. Öğretmen; asla gevşeklik göstermeyecek, okuyacak, yazacak, çizecek, kendini geliştirecek, maddi refah ve devlet garantisini elde ettikten sonra kenara çekilmeyecek, pes etmeyecek, öğrencilerine ve topluma, nitelikli çaba ve gayretleriyle ideal bir örneklik teşkil edecektir. Anne babalar ve büyükler biricik yavrularına öncelikle ama öncelikle Allah korkusunu öğretecek, kavratacaklar ki nesiller ileride, torpilin, menfaatin, hırsın, beyhude alışkanlıkların esiri değil; iyinin, güzelin, çalışkanlığın, dürüstlüğün numunesi olsunlar.
Sadece bireysel bazda değil, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanların da ödevleri, sorumlulukları vardır. Kul hakkı noktasında çok daha hassas davranmaları herkesin malumu bu kesimin. Bu kurumların kültür işlerine bakan çalışanlarının vizyoner ve donanımlı olmaları olmazsa olmaz şartlardır. Kültürel faaliyetler gerçekleştiriyoruz diyerek, içi boşaltılmış, fayda getirmeyen panellerin, konferansların, şiir şölenlerinin belli kişi ve odakların kesesini doldurmaktan başka katkısı yoktur. Bu etkinliklere katılan konukların da rant ve şöhret peşinde koşarak maddi ve manevi olarak milletin zamanını ve birikimini çalmaya hakkı yoktur. Kişisel bağlantılarını kullanarak yerel medyadan belediyelere kapağı atan, ilgili köşeleri kapıp, yan gelip yatan, nokta atışı fikir ve proje üretemeyenlerin o koltukları doldurmaları, kendi zanlarınca, hayatlarını ve rızıklarını kazanmaları kabul edilemez. Sivil toplum ve kuruluşlarının davetlisi olarak konferanslara icabet eden akademisyenlerin de sunumlarını ellerindeki kağıtlardan ya da perdeye yansıtılan aktarımlardan harf harf okumaları da kabul edilemez. Öğretmenler ve akademisyenler öncelikle alanlarıyla ilgili bilgilerin özünü kavrayacaklar, bilincine varacaklar ki, öğrencilerinin ve etkinlik dinleyicilerinin kalplerine dokunabilsinler. Davet edilen kişilerin dikkatli seçilmesi, davetlinin de konuşmalarına özen göstermesi karşılıklı vazifelerdir. ‘ Batı; İstanbul’un fethini çağ açıp çağ kapayan bir olay olarak görmez, coğrafi keşifleri kabul eder. Ben de bu konuda onlara katılıyorum. İstanbul’un fethinin dünya tarihine o kadar etkisi olmamıştır, hatta Konya’yı bile ilgilendirmemiştir yeterince’ diyen, devletten maaş alan bir akademisyenin, o kurumun imkanlarını kullanmasına, genç beyinleri yıkamasına müsaade gösterilmesi, imkan tanınması zuldür.
Yüce kitabımızın ilk emri ‘Oku’ fiilinden mülhem toplumun her bireyi okuyacak, araştıracak, okuduklarını özümseyecek, iyi tahlil edecek ki, ‘ Batının düşmanlıkları, inkılapların fayda ve zararları, cumhuriyetin kurucusunun alkole ve dine yaklaşımı ve benzeri hiçbir faydası olmayan konu ve kavramlarla oyalanarak yerinde saymasın, eleştirdikleri Batı toplumlarının gerisinde kalmasın. Mensubu oldukları son ve hak dinin taliplerine yakışan dünya fikir ve kültür hayatına yol göstermek, önderlik etmektir. Maalesef bu güzel netice henüz vuku bulmamıştır, devam eden yanılgılar sürdükçe de vuku bulmayacaktır. Her şeye rağmen mümin ümitvar olur, çalışır, çabalar. Ümidin kesilmesi şirk alametlerindendir ve yüce yaradan çalışana verir. Dini vecibelerin ve kulluk sorumluluklarının ne derece yerine getirildiği, cezası ve ödülü ahirette Allah ve celle tarafından sorulacak ve verilecektir. Bu kat’i gerçek önümüzde dururken haram işlemenin, günahkar olmanın hükmünü ve cezasını biz aciz kullar verecek değiliz. Dolayısıyla vay şu şöyleymiş, böyleymiş, harf inkılabı ile şöyle olmuşuz böyle olmuşuz gibi konulara takılıp kalmak Müslümana yakışmaz. Gerçek Müslüman; mazeretlerin arkasına sığınmaz ve yanlışı yanlışla devam ettirme gafletine düşmez, çalışır, çabalar; savunduğu doğruları, eleştirdiği yanlışların yerine iktidar kılar.