Bazı değerler vardır ki çağlar geçse de değerinden bir şey kaybetmez: Vatan, millet, bayrak, din bunlardan bazılarıdır. Vatan bölünmez, millet parçalanamaz, bayrak gönderden inmez, din tartışma konusu edilmez. Bunlar bizim milli ve manevi değerlerimizdir. Yerinde, zamanında, ve kıvamında kullanıldığı, iç ve dış siyasi malzeme yapılmadığı takdirde her zaman işe yarar. Uğrunda ölünür, bedeller ödenir.
Bir milleti millet yapan milli ve manevi değerlerimizin çiğnenmemesi, ayaklar altına alınmaması olmazsa olmazımızdır. Buna kırmızıçizgimiz de diyebiliriz. Bu değerler iç politika malzemesi yapılamaz. Bu değerlerin gözden düşmemesi ve topyekûn bir milletin bu değerler altında toplanması için yeri geldiği zaman hamasete de ihtiyaç vardır. Hamaset yapmak suretiyle kitleleri arkamızda sürükleyebiliriz. Ama hamaset bir yere kadardır. Fazlası bize zarar da verebilir. Çünkü hamaset bir şeyi, bir mevzii kazanmak için tek başına yeterli değildir. Özellikle dış politikada hamasete yer yoktur. Ayaklar yere basılarak siyaset yapılır. Ayaklar havada iken yapılan siyaset ile her defasında sadece havamızı alırız. Havamızı almakla kalmayız, bedelleri de ağır olur. Hamasetin en büyüğünü ve fazlasını Osmanlı’yı I.Dünya Savaşına sokan Kenan, Enver ve Cemal paşalar yapmıştır.
Dış politikada yapacağın hamle kadar rakiplerinin hamle ve taktiklerini de sonuçları itibariyle göz önünde bulundurmak gerek. Çünkü dış politikada tek doğru yoktur. Doğruya ve sonuca giden birden fazla yollar vardır. Bu yüzden tek hamle ile yola çıkılmaz. Bir taktiğimiz işe yaramazsa diğerini devreye sokarız veya revize ederiz. Baştan “Bu bizim kırmızıçizgimizdir” denerek kestirip atılırsa hamlemiz ölü doğar, pazarlık konusu edilmez, masadan elimiz boş kalkarız.
İnsanların birbirine dostluğu olur ama ülkelerin dostluğu olmaz. Ülke devlet başkanlarından da dost olmaz. Varsa da çıkarı sona erinceye kadardır. Çünkü dış politikada kazan-kazan prensibi işler.
Devletlerarası oluşturulan masalarda güçlü olabilmek, yumruğunu masaya vurabilmek için oyun kurucu olmak gerekiyor. Ekonomide dışa bağımlı isen, savunma ve harp sanayin başka ülkelerin ürettiğine dayalı ise asla oyun kurucu olamazsın. Bu masada yer verirlerse bilelim ki bu masanın en zayıf halkasıyız. Zayıf halkalar pastadan pay alamazlar. Buradan sadece iş yükü çıkar. Her yönüyle dışa bağımlı bir ülke, ben oyun kurucu olacağım veya oyun kurucuyum diyorsa sadece kendini kandırmış olur.
Dış politikada ve masalarda elimizin güçlü olmasında tüm yetki ve sorumluluğun tek elde toplanmaması esas olmalıdır. Aldım, verdim demek devlet aklına uymaz. Alınan kararların ve yapılan görüşmelerin kabul veya reddi için belirli kurum ve kurullara, Meclise topu atmak, sorumluluğu paylaştırmak pazarlığı kızıştırır ve zaman kazandırır. ABD’yi büyük yapan ve güçlü kılan belki de budur. Başkanları ne zaman sıkışsa senatolarını devreye sokar: Bak, ben senin istediğini kabul ediyorum ama senatomuz reddetti, gerekçesinin arkasına sığınır.
Dış politikanın iç politikaya etkisi ve katkısı vardır ama asla dış politika iç siyaset malzemesi yapılmaz. Hele başka ülke, meydanlarda ve ekran karşısında kıyasıya eleştirilemez. Çünkü insanların kadar ülkelerin de onurları vardır. Bu şekil eleştiri ile olacak işimiz de olmaz. Dış politikada biraz ketum olmak iyidir. Ulu orta her yerde konuşulmaz. Susacaksın ki rakiplerin ne yapacak diye merak edecek…
Dış politikada kızgınlığa, meydan okumaya ve duygusallığa da yer yoktur. Kızan kızdığıyla, meydan okuyan meydan okumayla kalır. Duygusallık sağlıklı adım atmanın önünde en büyük engeldir. Soğukkanlılık esas olmalıdır.
İç politikada kazanmak için nasıl ki ittifaklara yer veriliyorsa aynı ittifak dış politikada da geçerli olur. Çıkarı örtüşen ülkelerle masalara güçlü oturmak ve işbirliği yapmak gerekir, başına buyruk hareket edilmez. Öyle ittifaklar yapılmalı ki bir cephede başka ülke ile diğer cephede veya masada başka ülke ile olabilmeli gerekirse…