“Hayatı hafife al, mutlu yaşa” derler ya, kişisel gelişimciler. Hayatı hafife almak, ne garip değil mi? Hayat, hafife alınacak kadar basitleştirilecek bir durum mudur sizce? Hayatı hafife almak, yaratıcıyı hafife almak gibi değil midir?
Her an’ının bir değeri vardır hayatın. Aldığın ve verdiğin nefesin gibi. İnancın, sevgin, dostluk, dürüstlük, hoşgörü, ahlak ve vicdan gibi. Kısacası insanlık erdemin gibi. Hafife alınarak yaşanan ve bu erdemleri yok sayıp, kırıp dökerek, paylaşımdan uzaklaşıp hayatı değersizleştirecek kadar hafife alarak kolayca elde edilen mi, yoksa zorluklarla mücadele edip paylaşarak sonuna getirdiğiniz, elde ettiğiniz başarınız mı daha kıymetli olur, mutluluğu değerli olur? Hayatı hafife almak işte bu değerleri değersizleştirmiyor mu? Bir düşünün, insanlığın gereğini yapamamak, sizi ne kadar değerli kılar ki?
Değersizleşen bir hayatın esiri oluyoruz maalesef. Kelimelerimiz değersiz, sözlerimiz kırıcı, yediklerimizin ne olduğunu anlamadan hızlı yemek ve zamana yetişme gayreti. Sohbetlerimiz dedikodu, gıybet ve yargılama üzerine. Affetme duygusu körelmiş, ruhumuzu manevi duygularla doldurmamız gerekirken maddeden uzaklaşamamışız. Sözlerimiz kırıcı dedim ya, keşke sadece kırıcı olarak kalsa. Ne söylediğimizi bilmez, ne anlama geldiğini bile tartmadan dilimize pelesenk ederiz.
Bir “idol” kelimesidir dolaşır gençlerin dilinde. Bir sanatçının konseri olur, en ön sırada yer alır ve bağırırız. “Sen benim idolümsün” diye. Birinin fikirlerini çok beğenir iltifat mıdır bilmem ama ona da aynı söz söylenir. Birisi çok renkli giyinir, ona da aynı sözler söylenir ve o insan da öyle bir gururlanır ki, zannedersiniz “idol.” Sahi nedir bu “idol?” Beğeni mi, onun gibi olma isteği mi? Yoksa “Türk kaşığıyla Fransız yemeği yemek midir?” Kelimenin anlamını bilerek mi, yoksa bilmeden mi kullanıyoruz? “İdol;” Fransızca’da “Put” anlamına gelen bir kelime. İşte bu yüzdendir itirazım, bu yüzdendir serzenişim. Bilmeden şirke düşmek, birisi hakkında “ilahlık” iddiasında bulunmak ve tapınmak. Sadece kendini yakmıyorsun bu anlamda. Çünkü bugüne kadar kimin kime “idolümsün” dediğini duyduysam, itiraz edenini görmedim. “Ben put, ben Tanrı değilim” diyen olmadı. Aksine kavram ve anlam karmaşasından dolayı gurur ve kibre bürünenleri gördüm, Karun gibi kendilerini üstün görmeye, gururla yürümeye başlar, kibrinden küçük dağları ben yarattım havasına girenler gibi. Maalesef mini putlar ürettik. Hz Musa döneminde helvadan yapılan inek putları gibi. O zamankiler gibi putlaştırıyoruz. Onlar acıkınca putlarını yiyerek karınlarını doyuruyorlardı, biz sadece gıybetle etlerini yiyor, bilmeden şirke düşüyoruz. Onların karnı doyuyordu, ama bizim karnımız doymuyor, onun yerine ruhi melekelerimizi, inancımızı zayıflatıyoruz.
Özüyle sözü birbirini tutmayan, anlam karmaşalarının içinde boğulmuş, yozlaşmış bir toplum. “Dışı Müslüman, içi münafık.” Allah’a inanıp, ondan başka ilah olmadığını söylerken “güce tapıcılığa” yöneliyor, yaradılışımızın gayesi olan Allah inancı ve Allah’a tapınmayı bırakıp, nefsimizin arzu ve isteklerine tapınmaya başladık. Haklı ya da haksız gözetmeksizin mazlumun yanında olmak varken, kim güçlüyse veya kimden menfaatimiz varsa onun savunuculuğunu yapar olduk. Yüzü gülerken, içinde bin bir şeytanlığın gezindiği, Hz. Pir’in dediği gibi “ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol” düşüncesinden uzak. İnsanım der ama insanlıktan uzak.
Kendini görmeden ve kendinden haberi olmadan yargılayan, küçük ve hakir gören. İkiyüzlülük ve riyakârlık zirve yapmış. Arkasından konuştuğun kişinin yüzüne aynı sözleri söyleyemiyorsan vay haline. Söylersen de dangalaksın, patavatsızsın.
Hep kazanma hırsıyla başkalarının sırtına basanlar, kazanmak için her yolu mubah sayan, başkalarının duygularıyla oynayıp, sömürüyle yaşayanlar. Duygu sömürüsü, maddi sömürü, bedensel sömürü, ideolojik sömürü, dini sömürü. Artık aklınıza ne gelirse. Sömürüden beslenen, nefsinin açlığını sömürüyle doyurmaya çalışanlar. Vay haline ki, doymak bilmez nefsini tatmin için haram helal gözetmeksizin, kazancına kazanç katanlar. Ruhunu güzelleştirmek yerine, bedenini güzelleştirme sevdasında olanlar. Giderken götüreceğini zannederek birine bin katmak için gecesini gündüzüne katıp çalışanlar ve mutsuz olanlar; ben size derim ki; vakit varken, aklınızı başınıza alın, yarın çok geç olabilir.