Yapıp ettiklerimiz ve yapamayıp dillendirdiklerimiz hayatımızın parçalı dilimleridir diyebiliriz.
Yapabildiklerimizi zenginleştirip daim olması adına hatırı sayılır çabalar sarf ediyoruz. Daha iyisi olsun niyetiyle, ‘iş bilenindir’ minvalinden ifadeleri ehemmiyetli görerek o alanda ya da oluşda rüştünü ispat etmiş kim varsa rahlesinin üstüne eğiliyoruz.
Kıvamlı ve tutarlı reçeteler halkasını bizlere sunan ustaların bilgi-birikimlerini emaneten de olsa sahiplenmek kolay olmuyor tabiki. Özünü incitmeden, örselemeden, aidiyetine halel getirmeden ‘muhkem olana bir parça katkı sağlamak’ temennisiyle etrafında fır dönüyoruz.
Bu özel olan durum zamanla bizi disipline sevk ediyor. Anlamak ve aydınlanmak adına elde ettiğimiz istikrarın çıktısı olsa gerek. Bir şeyi her şey zannetmekten uzak, her şeyden bir şey elde etmeye yakın olarak hassas çizgi tutturmanın öteki yüzü yani. Kirli banyo suyunu dökerken leğendeki bebeği fırlatıp atmamaya yönelik dikkat ve gayret birliği olarak da görebiliriz bunu.
Ayakları toprağa mıhladıktan sonra atılan ufaktan adımların simsiyah bitki örtüsüne şahit olması gibi aslında. Burada da bir isteyiş ve imreniş söz konusu. Üstelik yapaylıktan uzak olarak ve doğallığın beşiğinde bulunarak gerçekleşiyor bu fiiliyat.
Ne kadar da imrenilesi bir durum!
Salıncakta hızla sallanan miniğin gözlerindeki safi duyguları ve zihninde canlandırdığı o özgürlük birikintisini de bu yazı vesilesiyle sizlere tahayyül ettirmek istiyorum. Kısa da olsa o miniğin yerine kendinizi koyun gayretindeyim. Telaş ve evhamdan uzak, sık aralıklı meddü cezirlerin mânâlı çırpınışları size de özgürlükten bir parça bırakmıyor mu?
Bu ben de hep oluyor. Bana çok çeşitli parçalar bıraktığı için sizi de o bütünlüğe gark etmek istedim. ‘Benden esirgenmemiş olanı bir başkasına fazla fazla verebilmeliyim’ diyebilmenin de ötesindeyim şu an. Toplumun sahte standartlarına uyum sağlamış normalleri tekrar normalleştirmek adına atılan önemli bir adım diyebilir miyiz buna?
Rahatlıkla diyebileceğimizi düşünüyorum. Zira söylemek de eylemek gibi disiplin gerektirir. Amacına hizmet edecek her söz uzun yolların parçalı çizgisi misali bir kalıp barındırır. Özgürlüğe açılan kapısı ise hakikattir. Ağız dolusu kelam alelade söylenmiş ve söylenecek olamaz. Ara duraklarını ve en nihayetinde son durağı hissetmeli. Burada benlikle aşırı meşguliyetten bahsetmiyorum tabi. Çünkü benlikle aşırı meşguliyet modern bir fenomendir. İçi boşaltılmış ve küfe terkedilen aciz fenomen.
Berrak bir öyküyü gulyabani gibi gören çağdaşlık zurnasının delici sesi. Doğallığın deliklerine maharetli parmakları dokundurmak yerine zehirli DNA’yı dayatan serazat bir koloni.
Bana sorarsanız eşittirin sağı ve solu hiç bu kadar bitap düşmemiştir. Disiplin sonrası özgürlüğe koşacaksak olması gerekenin ta kendisi budur diye düşünürüm. Silik ve sinmiş olağanlıklar yer edinesi değil şu devirde. Buna binaen hırpalıyorum kendimi ve dahi siz kıymetli okurları. Ayakların alıştığı tatlı su çeşmesinin başına varıp kana kana su içmek herkesin harcı. Maksat yokuşu göze alıp zirvenin çağlayanına kendini bırakabilmek.
Evet dostlar,
Her telden birazcık diyerek adımlayabilme kabiliyeti ciddi mânâda emek istiyor. Bundan mütevellit öylesine olsunlarla arama kalın duvarlar örüyorum. Alışılmış olanın merdiven ayaklarını kaleme kuvvet mürekkebe boğdurup, uykudakileri uyandırmak adına memur olmuşum resmiyet arz ediyorum!
Daha ne yapayım!
Son olarak bir ricada bulunmak isterim.
Acıları rıza makamının haberci tohumu olarak gönlümüze yeniden ekelim, olmaz mı?
Gazze’nin özgürlüğünü ortalayarak bunu yapalım.
En çok oraların buna ihtiyacı var.
Görmezden gelip yok saymayalım.
Selâmetle…