Ülkemizin siyasi aktörleri dışlayıcı siyasete çok başvururlar. Dışlayıcı siyasetle sandığa gitmeyecek seçmeni sandığa çekmek, kararsız seçmeni kazanmak, kendi seçmenindeki gevşekliği bertaraf etmek ve tabanını bilemek hedeflenmektedir. Kendi seçmenine veya kararsıza “Eğer bana oy vermezsen şu gelir” demek suretiyle seçmen veya tabanını korkutmaktadır. Bu yol ve yöntem bazı seçimlerde işe yarasa da geçici bir başarıdır. Bu sonuç günübirlik siyaset yapan siyasilerimizin hoşuna gitse de ülkenin geleceği açısından tehlikelidir.
Niçin derseniz? Dışlayıcı ve ötekileştirici siyaset toplumsal barışın temeline dinamit koymaktadır. Çünkü bu siyaset yıkıcı bir siyasettir. Toplumdaki birlik ve beraberliği yok etmektedir.
Size her halükarda kazanmak mı yoksa birlik ve beraberlik mi daha iyi desem herhalde aklıselim herkes, önceliğimiz birlik ve beraberlik der. Böyle cevap veririz ama fiil ve söylemlerimiz hep kutuplaştırma üzerine kuruludur. Eğer bu ülkeyi seviyorsak bu ülkenin temeline dinamit koymak denen kutuplaştırıcı, ötekileştirici ve dışlayıcı siyaseti bırakmamız lazım. Çünkü bu ülke böylesi siyasetten çok çekti. Bugün hala yaralarını saramadık.
Hatırlarsanız bu ülke 80 öncesi komünizm geliyor, yok faşizm geliyor diye kutuplaştırıldı, Alevi ve Sünni tartışmaları bu ülkeye pahalıya mal oldu. Ülkeyi birbirinden kurtarmaya çalışan yüzlerce genci öbür dünyaya gönderdik. Akan kanı durdurmak için sıtmaya razı edildik. 80 ihtilalı ile asker yönetime el koydu. İhtilal nice gençleri darağacında sallandırdı. Binlercesi mahkum oldu. 12 Eylül zihniyeti mahkumlara yaptığı eziyet ve işkenceyle bugün bile hala başımızı ağrıtan PKK'yı doğurdu. Çünkü hapiste işkence gören soluğu dağda aldı.
Bedeli kan, baskı, gözyaşı ve mağduriyet olsa da ülkede sulh hakim oldu derken 2000'lere doğru irtica paranoyası ile kendimize yeni bir düşman bulduk. Bir zihniyete karşı devlet erki, topyekûn savaş açtı. Devlet kurumları, siyasi partiler, asker, basın bu zihniyeti dışladı, tu kaka yaptı. Seçime giderken siyasi partiler “Seçimden sonra biz bu parti ile asla koalisyon kurmayacağız” açıklaması yaptı. Bu vebalı partinin iktidara yürüyüşü post modern darbe denilen 28 Şubat ile kesildi. Bu zihniyete sahip olanlara dünya dar edildi. Kimi kamudan atılırken kimi okullardan atıldı, kimi de verilen cezayı çekmek için soluğu cezaevinde aldı.
2000 sonrası Türk siyaseti, yeni olaylara gebe kaldı. 90'lardan itibaren dışlanan, taşradan merkeze yürümeye çalışan zihniyet ne kadar önü kesilmeye çalışılsa da iktidara geldi. İktidara gelmek önemliydi ama önemli olan muktedir olmaktı. Muktedir olmak için de çok uğraştı. Çünkü devlet erkinin gözünde bu parti, sosyal hayata müdahale edebilecek tehlikeli bir partiydi. Sonunda bu zihniyeti halk ardı arkasına iktidara getirerek irtica paranoyalarını boşa çıkarttı.
80 öncesinden günümüze kısa bir gezinti yaptım. Hep gördüğüm dışlayıcı, ötekileştirici ve kutuplaştırıcı bir siyaset. Bu siyasetin bedeli bize pahalıya mal olmuştur. Benim bu süreçten çıkardığım, dışlanan zihniyetin bir süre sonra iktidara yürüdüğüdür, iktidara gelemese de en azından bir taban bulmaktadır. Yine gördüğüm kim dışlanmışsa dışlana dışlana dışlamayı öğrenmektedir.
Dikkat çekmek istediğim, ömrü ötekileştirilmekle geçen bugünkü iktidar, bilerek veya bilmeyerek belli bir kesimi dışlamaktadır. Yani kendisine ve zihniyetine yapılanı bugün kendisi başkasına yapmaktadır. Bu, yanlış bir politikadır. Çünkü bu millet, görüş ve zihniyetini sevmese de kendi insanının/çocuğunun dışlanmasına sıcak bakmaz. Hemen etrafında kenetlenir. Bu durumu şöyle bir örnekle açıklamak istiyorum. Bir aile düşünün, çocuğundan muzdariptir. Onu sürekli eleştirir. Ama ne zaman ki bu çocuğunu bir başkası eleştirmeye kalkarsa aile hemen kenetlenir, başkasına karşı çocuğunu savunmaya kalkar.
Aman dikkat!