Geçen aylarda Diyanet İşleri Başkanlığınca hazırlanıp camilerimizde okutulan “İman Amel İlişkisi” adlı hutbeyi çok önemli bulduğum için bir yazımda değerlendirmede bulunmuştum. Önemine binaen yeniden gündeme getirmeyi bir vazife olarak gördüğüm için tekrar üzerinde duracağım.
“İman ve Amel” konusu o kadar önemli bir konu ki, önemini anlatmaya dünyadaki tüm kelimeler kifayet etmez! Maalesef bu kadar önemli olmasına rağmen “İMAN ve AMEL” ile ilgili büyük sıkıntılar yaşamaktayız. Yaşandığı içinde hutbe olarak camilerimizde okutulmuştur.
Hutbe de; “Yüce Rabbimizin bizlere bahşettiği nimetlerin en başında “İMAN” gelmektedir. İman; “Allah’ın varlığına ve birliğine, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kaderin Allah’tan olduğuna gönülden inanmaktır. Rahmet Peygamberinin bize tebliğ ettiği tüm hakikatleri kalp ile tasdik, dil ile ikrar etmektir. Allah’a sadakat ve teslimiyetle bağlanmaktır.”
Devamında, “İman bir bütündür. İman esaslarından birini kabul etmemek inançsızlık anlamına gelir. Bu ise büyük FELAKETTİR. …Eşi ve ortağı olmayan bir kudrete, O kudretin gönderdiği rehbere, vadettiği hakikate, sonsuz bir yaşamın varlığına inanmayan huzuru ve mutluluğu yakalayamaz. Ahiret gününde ise Allah(cc)’ın rahmet ve inayetinden mahrum olur.”
Hutbede açıklandığı üzere “KADER”i inkâr insanı “İMANSIZLIK” felaketine sürüklemektedir. Dünyanın yerle bir olması, gök kubbenin çökmesi gibi büyük felaketler bir kişi açısından imansızlık felaketinin yanında felaket bile değildir.
Bugün yapılan her türlü faaliyetin hedefinin “İMANI” bozmaya yönelik olduğunu görmekteyiz. Gerek ”Dinler Arası Diyalog” eksenli faaliyetler gerekse sayıları oldukça çok olan hoca görünümlü zevatın faaliyetleri “iman ve itikadı” bozmaya yöneliktir.
Hepimiz bu adamlara çevremizde, televizyonlarda sıkça rastlamaktayız. Çoğu İlahiyat profesörü; televizyonları, radyoları gazeteleri var ve sürekli sapkın fikirleriyle insanları zehirlemekte ve imandan uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar.
Yukarıda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hutbesinde açıkladığı imanın esasları içinde yer alan “kaza ve kaderin Allah’tan olduğunu” inkar etmektedirler. Dahası da var. Mesela;
Herkes tarafından bilinen, televizyonu olan, hoca diye değer verilen bir adam ayetlerin açık hükümleri ortadayken “Adem(as) babası var, kokuşmuş bir balçıktan yaratılmaktansa maymundan yaratılmayı tercih ederim” diyor.
Yine, bir İlahiyat Fakültesinin de hocası olan bir profesör “Hz. Meryem validemize çift cinsiyetli” diyerek Hz. İsa(as) yaratılış mucizesini inkar ediyor.
Sünneti, mucizeyi, miracı, kabir azabını kabul etmeyeler; Peygamber hüküm koyamaz, Kur’an-ı Kerim’de bizim kıldığımız gibi namaz yok, Yahudi ve Hıristiyanlarda cennete girecek diyenler; hangi birini sayayım, daha neler neler…
Diyanet İşleri Başkanlığı’na çağrım; bu hoca kılıklı adamları her platformda ifşa ederek bunların sapkınlıklarını ortaya açık açık koymalılar. Televizyonlarda, hutbelerde, vaazlarda kısaca her ortamda bunlarla etkin mücadele etmelidir.
Bu sapkın adamlarla mücadele sadece Diyanet İşleri Başkanlığı’nın değil; her şuurlu Müslümanın ve tüm resmi veya sivil kurumların en temel vazifesidir.
Gücü nispetinde mücadele etmeyen her kim olursa olsun Hz. Allah(cc) katında sorumludur. Hiç kimse hiçbir gerekçeyle bu mücadeleden kendisini beri tutamaz. Ancak, en sorumlu, ülkemizin en ücra köşesine kadar uzanan güçlü teşkilat yapısı; kurumsal vazifesi ve yüz binden fazla personeliyle Diyanet İşleri Başkanlığı’dır.
Ayrıca, Diyanet İşleri Başkanlığı kendi içindeki imam, vaaz ve müftülerinden bu hoca kılıklı adamları referans alan, takip edenlerle ilgili gerekli idari tedbirleri almalı, özellikle imamlık yapmalarının önüne geçilmelidir. İmamlık yapmasın, diğer görevlerde çalışsın.
Bu hoca kılıklı adamlar İlahiyat Fakültelerinde etkili olduklarına göre, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görev alanların içinde bunlardan mutlaka vardır.
Samimiyetle soruyorum; kaderi inkar eden, Hz. Adem(as)’ın babası var diyen, Hz. Meryem Validemize çift cinsiyetli diyerek Hz.İsa(as)’ın yaratılış mucizesine inanmayan bir imamın arkasında namaz kılınabilir mi?
Bu sorunun cevabını Diyanet İşleri Başkanlığımızdan özellikle istirham ediyorum. Ayrıca, ilmine ve irfanına güvendiğim NEÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Orhan ÇEKER Hoca’mda verebilir.