Diyet; Türk Dil Kurumuna göre, İslam hukukunda, öldürme ve yaralamalarda suçlunun ödemek zorunda olduğu para veya mal, kan pahası, kan parası, kefaret anlamlarını taşısa da diyetin mecazi anlamı zaman içerisinde özellikle yapılan iyiliklere dahi bir karşılık beklenmesine yol açar oldu!
Nasıl mı?
Biz eskiden yardım etmeyi, bölüşmeyi, paylaşmayı severdik. Hiçbir karşılık beklemeden Allah rızası için kendiliğimizden kim darda kalsa imdadına yetişirdik. Düşeni kaldırır, durumu zor olanının yardımına koşar, hiç tanımadığımız biri dahi olsa elimizi uzatmaktan çekinmezdik!
Bu yaptıklarımızı anlatmak, övünmek aklımıza dahi gelmezdi!
Unutur giderdik!
Ya şimdi?
Şimdi zaman değişti, çağ değişti, anlayışlar ve bakış açıları değişti.
Çünkü bize bir haller oldu!
Bilinmek gibi…
Tanınmak gibi…
Anılmak ve hatırlanmak gibi…
Övülmek ve yüceltilmek gibi….
Paye vermek gibi beklentiler içerisine girmiş durumdayız!
Birinin elinden tutsak, bir yere girmesine, iş bulmasına vesile olsak, evlendirsek, borç versek sürekli hatırlanmak, anılmak ve bir yerlerde anlatılmak istiyoruz!
Allah’ın bilmesi yetmiyor!
Bu isteklerimiz olmayınca da…
Kimse benim kıymetimi bilmedi! Kimse beni anlamadı! Kimse beni takdir etmedi!
Baktım ki çevremdeki herkes nankör, çıktım gitti aralarından diye anlatmaya bir başlıyoruz, yüreğimiz soğumuyor! Anlayacağınız, kendimize göre garip bir anlaşılamama sendromu yaşıyoruz!
*****
Ben falancaya o kadar iyilik yaptım, hora geçmedi diye serzenişlerde bulunmak ise oldukça yaygın!
Büyüklerimiz, mademki yaptın bir iyilik, unut gitsin derlerdi.
“İyilik et de denize at, balık bilmezse Hâlik bilir” deyimi yaygındı. Yani, hiçbir karşılık beklemeksizin iyilik yap, senden iyilik gören bunu bilmese de Allah bu iyiliği bilir, böylece sevap kazanmış olursun denirdi.
Denirdi denmesine de…
Günümüz unutmalara karşı!
Hem öyle bir karşı ki…
Hem sevap kazanayım hem de ölünceye kadar unutulmasın, sürekli hatırlansın havalarında!
Böyle bir mecburiyet var mı?
Yok amma!
Bu işleri deşenler, deşmekten hoşlananlar, bir taşla birkaç kuş vurmayı düşleyenler aramadığınız kadar çok!
İş bazen öyle boyutlara geliyor ki…
Bana o iyiliği yapmaz komaz olaydın diyor insanlar!
Burnumdan getirdin diyorlar!
Senin kapına geldiğime bin pişman ettin beni diyorlar!
Yapılan iyiliklerin başa kakılması hoş değil!
*****
Hemen her tarafta şöylesine laflar duyarız; ben olmasaydım okuyamazdı! Ben para vermesem dükkân açamazdı!
Onu ben adam ettim!
Ben iflastan kurtardım!
Benim yüzümden cebi para gördü!
Ben istemeseydim, hanımını ona vermeyeceklerdi!
Aralara girdim, patronu öyle işten çıkarmadı!
Ona yaptığım iyiliklerin hangi birini anlatayım!
Anlatma arkadaş diyen olmaz!
Kim bilir sen ne yaptın ki diye lafa giren bulunmaz!
Hemen herkes sızlananları, ben olmasaydım diye lafa başlayanları can kulağıyla dinler!
Çünkü bir çoğumuzun hayatında o anlatılanlara benzer bir hikâye vardır!
İşin en olmayacak tarafı da konuşanın sürekli ben, ben diye söze başlamasıdır.
Kimse de sen de kimsin, yeter artık, yetmedi mi, bıkmadın mı, usanmadın mı, neye yaradı yaptığın iyilik, kuldan utanmıyorsun, bari Allah’tan utan demez!
Neden demez? Niçin demez? Kimse söylemez!
*****
Ömer Seyfettin’in “Diyet” hikayesini okumuş ve duymuş olanlar bana daha fazla hak verecekler!
Kolunun diyetini ben verdim diye, yaptığı iyiliği her gün başa kakan insan karşısında, al şu verdiğin diyeti diye kolunu kesip o adamın önüne atan bir adamın hikayesidir o hikâye…
Bizim yaptığımız da bir anlamda bir karşılık bekleme yani diyet isteme!
Allah razı olsun yapmışsın bir iyilik!
Daha ne istiyorsun?
Ya o diyet ister gibi konuşan adamı destekleyenler, kışkırtanlar!
Sizin niyetiniz ne?
Siz ne istiyorsunuz?
Sizin istediğiniz diyet ne?
Bir iyilik yaptınız diye, insanlar size kul köle mi olsunlar!
Kapınızın önünde mi yatsınlar!
Kula kulluk edene yazıklar olsun diyen anlayış ve yaklaşım bize ait değil mi?
Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz diye Rabbimize el açıp dua eden biz değil miyiz?
Daha ne istiyorsunuz? Dahası ne demek istiyorsunuz? Nereye varmak istiyorsunuz?
Bu diyet neyin diyeti?
Bu anlayış, bu yaklaşım bize ait değil!
Bu bakış açısı bizim kültürümüzde, geleneğimizde yok! İnancımızda yok! İyi de bu ısrar niye?
*****
Biz bizden uzaklaştık. Birliğimiz, dirliğimiz sözde. İyilik, yardım severlik dilimizde. Her geçen gün birbirimize daha fazla yabancılaşıyoruz. Selamsız-sabahsız geçip gitmeler, birisine faydası dokunacak diye görmezden gelmeler. Yardım istenenlerin kendini naza çekmesi, bekletmesi, yalvartması bize ait değil. İnsani değil, vicdani değil.
Hele o yapılan iyiliklerin paylaşılması, anlatılması, anlattırılması, reklam edilmesi hiç hoş değil! Şu kadarlık yardım yaptım, yaptığım elbet duyulmalı, elbet bilinmeli, bu şehirde bizim de bir itibarımız var, geçmişimiz var demek neyin nesi? Bu istedikleri diyet, iyiliğin diyetiyse, olmaz olsun o iyilik!
Bırakında yaptığınız iyiliği siz değil, o iyilik yapılanlar anlatsın! Onlar sağa sola değil, ellerini açıp doğrudan Allah’a anlatır! O size yetmiyor değil mi? İllaki, şehir duyacak, dosta düşmana karşı hava atılacak! Beğeniler yağacak, yorumların sayısı tavan yapacak, sonra da yaptığınız iyilik arşa çıkacak öyle mi? Çok beklersiniz!