Merhabalar efendim.
Yeni haftanın ilk yazısını Başkent Üniversitesi Hastanesi’nin başarılı hekimlerinden Doç. Dr. Emir Kaan İzci ile yapmış olduğum röportaja ayırdım.
Ve sizlere de bu röportajı yazı kalıbında sunmak istiyorum.
Buyurunuz:
S.B: Hocam merhabalar. Öncelikle vakit ayırdığınız için teşekkür ediyorum.
E.İ: Merhabalar. Ben teşekkür ediyorum ne demek.
S.B: Röportaj kapsamında sizi biraz tanımak isterim.
E.İ: Tabi. İsmim Emir Kaan İzci. Konya’da doğup büyüdüm. Başkent Hastanesi Üniversitesi’nde Beyin, Omurilik ve Sinir Cerrahı olarak çalışıyorum.
S.B: Hocam biraz eskilere gidelim isterim. Yani Tıp Fakültesi tercih süreci sizin için nasıldı? Siz o dönemde nasıl bir değerlendirme de bulunmuştunuz?
E.İ: Üniversite sınavına hazırlanırken hepimizin bir amacı vardı doğal olarak. Ama o dönemde şimdiki kadar bilinçli değildik. Ailemiz telkinde bulunuyordu ama Tıp Fakültesine gideceğim şeklinde de bir motivasyonum yoktu. Matematik Mühendisi olmayı çok istiyordum. İşte ODTÜ olur, Boğaziçi olur vs. ama sonrasında ailemin de yönlendirmesiyle nihai olarak Tıp Fakültesi oldu.
S.B: Siz hekimlere sorulan çok popüler bir soru vardır. Tıp fakültesini kazanmak mı, okulu layıkıyla tamamlayabilmek mi? Siz ne düşünürsünüz konuyla ilgili?
E.İ: Kesinlikle kazanmak derim. Çünkü kazandıktan sonra çevrendeki insanlar belirli bir amaca odaklanmış insanlar oluyor. Bundan dolayı o ortamda çok sıkıntı çekmiyorsunuz. Ama öbür tarafta bir motivasyon var, bir emek var. Tabiri caizse dizinizi kırıp ders çalışmanız gerekiyor ve olmazsa olmazınız bu. Başka da bir alternatifiniz yok.
S.B: Peki hocam ülkemizdeki tıp eğitimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
E.İ: Öncelikle şunu söylemek istiyorum. Bizim hekimlerimiz dünya çapında hekimler. Hepsi birbirinden çok değerli. Öte yandan alımın az olması eğitimin kalitesini arttıran bir durum sebebi şu; bizim işimiz usta çırak ilişkisi. Biz hocamızdan görürüz, öğreniriz ve biz üsteni bir şeyler koyarız. Asistan sayısı çok olduğu zaman ister istemez hocanın da ilgisi çok fazla insana kayıyor bu da eğitimi zayıflatan bir süreç aslında. Devlet büyüklerimiz planlamalarını yapmıştır ama şunu da düşünmek lazım ki şu an da yeni öğrencileri yetiştirecek kadar hoca var mı ve tam olarak nereye denk düşer bu durumu iyi değerlendirmek lazım.
S.B: Tıp alanının destekleyici alanları var mıdır?
E.İ: Şöyle ki 6 senelik süreçte birçok alana girdi-çıktı yapıyorsunuz. Bu süreci tamamladıktan sonra dallaşıyor Tıp Fakültesi. Ondan sonra uzmanlaşacağınız alana yöneliyorsunuz. Yani durum daha da spesifik bir hâl alıyor. Harici olarak bir başka alana ya da ortama vakit de kalmıyor açıkçası. Çünkü bizim alanımızın akışını ve anını kontrol edebilmek ayrıca ilgi istiyor zaten.
S.B: Hocam neden bu ana bilim dalına yöneldiniz?
E.İ: Aslında biraz tesadüfi oldu. Spontane gelişen bir süreçti. Ha beyin cerrahı olmak istemiyordum elbette olmayı arzuluyordum ama bu alanın girift oluşu beni bu alana iten en önemli sebeplerden bir tanesiydi. Sınava girdik puanlama sonucu burası oldu. Ve şu an itibariyle iyi ki bu ana bilim dalı diyorum.
S.B: Peki hocam cerrahi bilimler ve diğerleri ayrımı var mı?
E.İ: Kesinlik var. Şöyle ki biz buna dahili bilimler ve cerrahi bilimler olarak tıpı ikiye ayırabiliriz aslında. Çok kabataslak ayrım ama bu böyledir. Biz biraz daha çözüm odaklıyızdır. Açalım bakalım içinde ne varsa sorunu halledelim kafasındayız. Dahili bilimler olaya biraz daha soyut bakarlar. Bundan mütevellit bakış açılarımız farklıdır.
S.B: Hocam bu ana bilim dalının uzmanlık sürecini dinlemek isterim.
E.İ: Şimdi herhangi bir tıp fakültesi öğrencisine sorsanız hangi bölümün asistanlığı çok ağırdır deseniz ilk üç içinde kesinlikle beyin cerrahisi olur. Zaman mefhumu yoktur. Ve bir o kadar da ağırdır. Spontane gelişen süreçler çok fazla. Ve biz de hiyerarşi çok önemlidir. Alttan üste sıralanırsınız bu düzene uymazsanız da dışlanırsınız şeklinde tatlı cilvesi elbette oluyor. Bizi asistanlıkta hemşirelikte yaptık, personellikte yaptık diyebilirim. Girip çıkmadığımız yer yoktu diyebilirim. Ama çok keyifliydi hala da öyle. Albenisi yüksek bir alan.
S.B: Tıpta yurt dışı eğitimi olmazsa olmaz mıdır?
E.İ: Olursa çok iyi olur. Yurt dışında da çok iyi işler çıkartan hekimler var elbette yabana atamayız. Tecrübelerinden, bilgi-birikimlerinden faydalanmak çok önemli. Ama yine söylüyorum Türk hekimleri o kadar iyi ki zaman zaman yurt dışı eğitiminin vereceği getiriye ihtiyaç bile duymuyorsunuz. Orada yapılıp da burada yapılamayan hiçbir şey yok artık. Bu nokta da sadece alet, teçhizat noktasında biraz öndeler. Öte yandan dediğim gibi hiçbir farkı yok diyebilirim.
S.B: Hekimlikte sektör olarak kamu/özel ayrımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
E.İ: Ben yıllarca kamuda çalıştım ve kamunun yükü çok ağır diyebilirim. Çok fazla hasta var. Birinci basamaktan, ikinci basamağa ve hatta üçüncü basamağa başvuruda bulunabiliyor hastalar bu da yükü çok fazla arttırıyor. Bir hastaya en az 15 dakika falan ayırmanız icap ediyor. Tabi bu da alanına göre değişkenlik gösteriyor. Bu şu an kamuda mümkün değil. Özel de hastanızla engelsiz iletişim kurabiliyorsunuz, hastayı anlayabiliyorsunuz ve hasta da hekimine güveniyor bu noktada çünkü karşılıklı bir ilgi var. Öbür türlü sonuç alabilmeniz çok zor.
S.B: Ülkemizdeki Tıbbi okur-yazarlığı nasıl değerlendiriyorsunuz peki?
E.İ: Bizim bu durumla alakalı çalışmamız oldu. Bilgi devşirmenin kaynağı şu an itibariyle Youtube. Ama ne yazık ki bu bilgilerin %80 ve üzeri oranla boş ve yanlış. Dolayısıyla bu alanın altını hassasiyetle doldurmak lazım.
S.B: Mesleğe dair prensipleriniz neler?
E.İ: Çok kesin ve keskin prensiplerim yok. Ama disiplini elden bırakmamak çok önemli. Ben de bunu önemsiyorum.
S.B: Aile ve iş hayatını nasıl denge de tutuyorsunuz?
E.İ: Maalesef ki iş hayatı bazen aile hayatının önüne geçiyor. Eşim de hekim olduğu için bana hak veriyor. Ve bu noktada problem yaşamıyoruz.
S.B: Hocam vakit ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum. İyi çalışmalar diliyorum.
E.İ: Ben teşekkür ediyorum, çok memnun oldum. Görüşmek üzere.