Cuma akşamı 22.00 sularında 31 ilde sokağa çıkma yasağının ilan edildiğine dair yapılan açıklama üzerine, alışveriş yapmak için halkın bir kısmının, fırın ve bakkalların önünde sosyal mesafeye riayet etmeden oluşturduğu kalabalıklar, yürütülmekte olan süreci sekteye uğratabileceği endişesiyle kamuoyu nezdinde eleştirilmişti. Yapılan tüm bu eleştiriler üzerine İçişleri Bakanı Sayın Soylu, Pazar akşamı sokağa çıkma yasağı sona ermeden, “oluşan bu tablodaki payın kendisine ait olduğunu belirterek görevinden ayrıldığını” açıkladı. Bomba etkisi yapan bu istifa, Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmedi ve konu kapandı.
İstifa yerindeydi, değildi, Soylu hatalıydı veya değildi üzerinde durmayacağım. Zaten Soylu, sürecin bu noktaya gelebileceğini öngöremediğini belirterek hata yaptığını kabul etmiş ve hatasını savunmamıştır. Bu açıklamayı yaparak özeleştiri yapan birine, hala hatalısın demenin bir anlamı yoktur. Zira hatalı olduğunu kabullenmek bir erdemdir. Her insan kolay kolay hata yaptığını kabullenmez. İnsanlar hata yapabildiği gibi yönetimlerde görev yapanlar da hata yapabilir. Böyle durumlarda özür ve ardından istifa etmek, erdemli ve bir o kadar da onurlu bir davranıştır, çünkü hatayı üstlenmiştir. Çoğu kişi, hatasını kabullenip özür dilemez. Zira özür çoğu kimseye zor gelir. İstifa, küçümsenecek bir davranış değildir. İcra ettiği makamdan feragat etmektir, koltuğu kendisinin boşaltmasıdır, “kazanılmış hakkım zayi olacak” dememektir, koltuğa yapışıp kalmamaktır. Tek taraflı bu istifa müessesesini işletenler, gücünü makamdan değil, makamına güç veren kalite ve kalifiye kişilerdir. Nereye giderlerse kalitelerini konuştururlar ve gittikleri yere değer katarlar.
Ülkemizde ve Doğu toplumlarında bu tek taraflı müessese, pek işlemez ve işletilmez. Koltukta oturan, kurumunu yerlerde süründürse, hata üstüne hata yapsa bile aklına gelmeyen tek şey, kendisinin istifa etmesi gerektiğidir. Rezil ve rüsva olsa da toplumda bir itibarı kalmasa da kafalar kuma gömülür ve yola devam edilir. Çünkü kerameti kendinden menkul bilir, kendini vazgeçilmez Hint kumaşı gibi görür. İstifa ederse kurumun daha da kötüye gideceğine, kaçıp gitme gibi değerlendirileceğine, itibar kaybedeceğine, kendisini inandırdığı gibi etrafını da inandırmaya çalışır. Halbuki istifalar kişiye itibar kazandırır. Çünkü yönetim makamında olan birinin makamından ayrılması “Parada, pulda, makam ve mevkide gözüm yoktur, hata yaparsam tüm bunları terk ederek bedelini öderim. Ne beni getirenleri ne de kendimi yıpratırım. Ben anamdan yönetici olarak doğmadım” demesidir.
Türkiye’de pek görülmez bu istifa müessesesi. Bireysel istifalar olur, sayısı da bir elin parmaklarını geçmez. Demirbaş gibidir bu ülkede yöneticilik. Attın mı kapağı, ancak emeklilik ve ölüm ayırır bizi oradan. Bu durum kamu kurumlarında böyle olduğu gibi siyasette de böyledir. Girdiği sayısız seçimlerde istenilen başarıyı gösteremeyen, partisini iktidara taşıyamayan parti liderleriyle doludur bu ülke. STK’larımız da böyle, cemaat ve tarikatlarımız da. “Ben partimi ileriye taşıyamadım” deyip ayrılmayı düşünen olsa bile yanındaki bazı kişiler, onu bu düşüncesinden vazgeçirmeye muvaffak olurlar.
Hasılı istifa kabul edilir veya edilmez. Ama bu ülkede pek işlemeyen istifa müessesesinin zaman zaman işlemesi en büyük temennimdir. Çünkü her istifa taze kandır, yeni bir heyecandır, birlikte çalıştığın insanlara yol açmak ve ellerini güçlendirmektir. Şayet tek taraflı olan istifa mekanizması işletilmeyecekse, o zaman kurumların başarılı olmasını, kişilere endeksli olmayacak şekilde kurumsallaştırmak ve kurum kültürünü yerleştirmek gerekiyor. Kurumlarda kurum kültürü yerleşirse yönetimin başında kimin olması pek fark etmez. Devlette de süreklilik, yerleşik düzen ve hafıza bu şekilde sağlanmış olur.