Hep dedim, yine diyorum ve sanırım hep söyleyeceğim. Kalemizde görmek istemediğimiz meşin yuvarlağı filelerimizde görüp, bulduğumuz ofansif pozisyonları da bir o kadar hunharca harcıyoruz. Bitirici gol vuruşu yapmakta takım olarak çok didinip bin bir dert sıkıntıyla gol atarken kalemizde de bunun tam aksine çok rahat gol görüyoruz. Bunları bir kez daha Bursaspor karşısında yaşadık. Ve biz bu olup bitenlere hiç yabancı değiliz. Evet Bursa’ya iki tane gol attık ama belki de dört tane de attığımızdan daha kolayını kaçırdık. Evet Bursa’ya iki gol attık ama üç tane de yedik. Hata yapmaya çok müsait bir file bekçimiz var. Defansımız baskı gördüğünde genellikle geri dönmeyi yeğlerken adeta kendi kuyumuzu kendimiz kazıyoruz diyebilirim. Profesyonel ligde belki de amatör hatalar yaparak şartlarımızı oldukça zorluyor, rakibi sevindirip kendimizi hırpalıyoruz. Çok umutsuz konuşmayı sevmiyorum, konuşmakta istemiyorum aslında. Umutluyum, umudumu hiç yitirmek istemiyorum. Fakat şunu bu maçta bir kez daha anladım ki; bu sene bize yine ligin son maçına kadar saç baş yoldurtturacak bir takıma sahibiz. Verilen ara pek verimli geçmiş gibi bir koku vermese de; Hasan Kabze, Ömer Ali Şahiner, Gabriel Torje, Ali Çamdalı gibi isimlerde ligin ilk yarısındaki performanslarına kıyasla bir adım önde başlamış görüntüsü izlenimi verdiler. Kocaman’ın Ali Çamdalı’ya verdiği görevi, Çamdalı çok güzel kullanarak Hleb’i kıskandıracak cinsten oyun oynayarak formasını terletti. Djalma Campos, Mehmet Güven, Uğur İnceman performanslarını korurken Recep Aydın ve Vid Belec gün geçtikçe performanslarının altında düşerek vasat bir futbol sergilemeye devam ediyor. Özellikle de Recep’in topu ayağına aldığında top sürme korkusu pas yapma hata yüzdesini artırdığını gözlemliyorum. Vs.. Bu maçla ilgili daha derinlere gidip tek tek analiz yapmak yerine genel bir düşünceyle ligin ikinci yarısına girmişken şunları da belirtmekte fayda olduğunu belki de olacağını düşünüyorum. Felaket tellallığı yapmak yerine daha olumlu, yapıcı yorumlar yaparak çözüme gitmekte, birlik bütünlük olmakta fayda var. Elbette yıllardır özlediğimiz, belki de hiç kurumsal olamadığımız bir yönetim yapımız var ama biz bu stadın yapılması için de çok beklemedik mi? Her şey bir anda olmuyor maalesef. Şuan 42 bin kişilik stadı doldurabilen, doldurabilecek bir taraftarı kazandık, stada çekiyoruz. Ve bu taraftar artık oturup çekirdek yiyip maç izlemiyor. Fedakarlık yapıp takımına atkı bere kaşkol alıp destekliyor, kombinesini sezon başında alıyor, tezahüratını yapıyor hatta koreografi sergiliyor. Hayalini kurduğumuz taraftarı yakaladık. Bunun için birbirimizi alkışlayabiliriz. 40 milyon borcu olan takımı alıp, adeta baştan yaratıp ve buna rağmen borcun da 10 milyonunu ödeyen bir yönetim var. Bunu kesinlikle göz ardı etmemek gerek. Şuan belki de takımızın başında Türkiye Liglerinde en iyi teknik adam listesinde parmakla gösterilen bir hoca var. Kimse kusura bakmasın ama sadece iki yıl öncesine bile dönsek ne kadar yol kat ettiğimizi anlamamıza yardımcı olacaktır. Çok konuşan çok yanılır misali yersiz konuşmamak, skora göre her hafta ağız değiştirmemek lazım. Ben yine abartılmayacak şekilde, bu takımın sırtına borç üstüne borç yükleyecek şekilde olmamak kaydıyla transfer döneminin bitimine birkaç gün kala yapılacak birkaç takviye ile bu sezonu kurtarmanın, seneye kurulacak takımın vizyonu, misyonu ve kurumsallığı için şimdiden adımlar atılması gerektiğini düşünüyorum. Biz, bizim üzerimize düşen görevi yaparken bir kesimi de tamamen ayaklar altına alıp ezmenin kimseye faydası olmayacak. Başarı; bir takım uğraşlar sonucunda kazanılmış haklı gururdur. Umut ise başarının atasıdır derim ben. Kim bilebilirdi ki iki tane tel parçasının bugün tüm dünyamızı aydınlatabileceğini! Ama umutluydu Edison; çünkü başaracağını biliyordu. Umutluydu Edison; çünkü mutlu olduğu uğraş için çaba harcıyordu. Ve umutluydu Edison; çünkü başarsa da başaramasa da kendi umutlarına yaptığı yolculuk nedeniyle huzur bulacaktı. Ben umutluyum, sizi bilmiyorum.