Cumhuriyetin kuruluşunun 100. yılına girmiş bulunmaktayız. 100. yıl münasebetiyle kutlamalar yapılıyor, övünmelerinin haddi hesabı yok, cumhuriyetin kazanımları sıralanıyor da sıralanıyor…
Hep düşünmüşüm ve düşünüyorum!
Bir Müslüman olarak neye övüneyim, neyi alkışlayayım bir türlü anlamış değilim ve şuurlu bir Müslümanın anlamama yardımcı olmasını istiyorum.
Yıkılan İmparatorluğun yerine, Müslüman milletimizin verdiği istiklal mücadelesinden sonra 29 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.
-Saltanatın kaldırılmasına, cumhuriyete tamam da; niye Halifeliği kaldırdık, niye zafer kazandığımız ülkelerin kanunlarını İslami kanunların yerine ikame ettik?
Dünya tarihinin en önemli imparatorluğu olan Osmanlı İmparatorluğu üzerine kurulmuş ülkemizin coğrafyamız üzerindeki etkisine bakıyor, üzülüyorum!
Bugün şişine şişine dönüştürüldüğümüze övünüyoruz!
-Evet, 100. yılda geldiğimiz nokta dönüştürüldüğümüzün en açık göstergesi değil mi?
Cumhuriyet kurulduktan beş ay gibi kısa bir süre sonra 3 Mart 1924 tarihinde, İslam Âlemi için olağanüstü öneme sahip, yokluğundan kaynaklı İslam dünyasının ağır faturalar ödediği günümüzde “HALİFELİK” kurumu sembolik bile olsaydı bu yaşanan acıların çoğu yaşanmazdı.
-Mısır’da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısında kınama ve birkaç çağrının dışında var mı etkili yaptırım uygulanacak bir karar?
Toplantının sonucunda dişe dokunur tek söylem Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan, “şimdiye kadar buluştuk, kınadık ve dağıldık” diyerek, bu sefer farklı somut adımlar atılması çağrısında bulunmasıydı.
Gerçi, bunların açıklamalarını pek dikkate almıyorlar; çünkü, hesaba katmıyorlar; en acısı da bu!
Bu durumun en net açıklaması, Halifelik kurumunun olmamasıdır, en azından ben böyle düşünüyorum.
ABD’li meşhur tarihçi Bernard LEVİS’in, “Bir milletin kültürünü kontrol etmek, o Milletin dilini değiştirmekle; bir milleti imha ise nesilleri tarihinden ve manevi değerlerinden koparmakla mümkündür,” tespitine uygun olarak;
*3 Mart 1924 tarihinde Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ndan sonraki süreçte din eğitiminin yasaklanması;
*1 Kasım 1928 tarihine kadar asırlarca kullandığımız Arap Alfabesini kaldırarak yerine Latin Alfabesinin konulması,
*Şapka ve Kıyafet Devrimi ile İslami giyimin yasaklanması,
*İslami yaşama aykırı olan, çağdaşlık adına dans gibi kadın ve erkeğin birlikte icra ettiği yaşam biçimlerinin yaygınlaştırılması,
*İslami hükümlere bağlı kalınarak hazırlanan Şer’i Mahkemelerde hukuki dayanak olarak kullanılan “Mecelle-i Ahkam-ı Adliye Kanunu” kaldırılarak “İsviçre Medeni Kanunu” esas alan “Türk Medeni Kanunu” 17 Şubat 1926 tarihinde yürürlüğe konulması,
*Sadece Medeni Kanun değil; her alanda İslami Hukuk kurallarının yerine Batılı Hukuk sistemlerinin ikame ettirilmesi,
Kısaca, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan hemen sonra gerek insan yaşamında gerekse toplum düzeninde İslami olan her şey Müslüman Türk Milletinin hayatından çıkarılmaya çalışılmıştır.
Sebepleri her ne olursa olsun tarihin en büyük imparatorluğu yıkılarak parçalara bölünmesi sadece ülkemiz değil, tüm Osmanlı coğrafyasında bu dönüştürülme farklı araçlarla olmadı, savaşlarla devam etmektedir.
Kişisel olarak yapılan bu değişikliler hoşumuza gidebileceği gibi gitmeye de bilir. Her kişinin dünyaya bakışına göre farklı tercihleri olabilir; ancak, büyük oranda dönüştüğümüzün yansımaları olan yaşam biçimlerinin yoğun olarak yaşandığını açık olarak görüyoruz.
Gerek yasalarımızla gerekse yaşam tarzlarımızda dönüştürüldük ey halkım dönüştürüldük!
Kaygılarımı ve açıklamak istediklerimi anladığınızı, düşünüyorum.