Hepimiz de hayatımız boyunca “dost kazığı” yemişizdir.
İnsanı en çok üzen şey, çok sevdiği, değer verdiği ve hiç beklemediği birinden vefasızlık görmektir.
Onun için de derler ya: Dostun attığı “gül”, düşmanın kurşunundan ağırdır.
Aşık Veysel de diyor ki;
“Dost dost diye nicesine sarıldım/ Benim sadık yârim kara topraktır.”
Akibet kara topraksa, krallar, padişahlar ve hatta peygamberler bile hak vaki olduğunda Allah’ın kanununa uymak zorundaysa, nefsani duyguların esiri olmak neyin nesidir acaba?
“Dost” kime derlermiş, bir kıssa ile beraberce öğrenmiş olalım.
Baba ve oğul konuşuyorlarmış. Babası oğluna sormuş, “senin kaç tane dostun var?”
Oğlan cevap vermiş: “Ohoo yüzlerce…”
Babası oğluna açıklamış.
“Bak oğlum” demiş. “İnsanın bir sürü arkadaşı olabilir ama yüzlerce dostu olamaz. Dost dediğin diğer arkadaşlara benzemez. İnsanın hayatı boyunca ancak 1 ya da 2 tane dostu olabilir.”
Oğlan “saçma” demiş. “Benim bir sürü dostum var ve hepsi beni sever ve her zaman bana yardıma koşacaklarına eminim.”
“Öyle mi” demiş babası. “ O zaman gel seninle bir test yapalım.”
Adam birkaç tane tavuk kesmiş ve başka birkaç ıvır zıvırla birlikte çuvala doldurmuş. Çuvaldan kanlar akıyormuş.
“Şimdi git bu çuvalı arkadaşlarına götür ve yardım iste. Çuvalı birlikte bir yerlere gömün.”
Çocuk çıkmış yola, bir arkadaşının kapısını çalmış. Arkadaşı elindeki kanlı çuvalı görünce çocuğun yüzüne kapıyı kapatmış. Başka arkadaşlarına da bir daha onlarla konuşmamalarını rica etmişler. Çünkü hepsi de çuvalın içinde bir ceset olduğunu sanmış.
Oğlan yüzü allak bullak babasına dönmüş olanları anlatmış.
Babası “İşte senin arkadaşlarının dostluğu bu kadar. Şimdi al çuvalı benim dostuma götür.”
Oğlan tekrar sırtlamış çuvalı düşmüş yola.
Babasının dostu kapıyı açıp, oğlanı kan ter içinde, elinde kanlı bir çuvalla görür görmez etrafa şöyle bir bakmış ve hemen almış içeriye.
“Sen Ahmet’in oğlusun değil mi” demiş.
“Evet” demiş çocuk.
“Ver elindekini” diyerek elindeki çuvalı almış. Arka bahçede bir çukur kazıp çuvalı gömmüş.
Çocuğa su ikram etmiş. Bu arada yetmemiş, gömdüğü yer belli olmasın diye sarımsak ekmiş oraya.
Çocuk “Ben artık gideyim” demiş. Adam da, “Babana söyle sarımsak tarlasına gözüm gibi bakıyorum” demiş.
Çocuk gitmiş babasına durumu anlatmış. “Gerçekten senin dostun varmış. Benim ise sadece sıradan arkadaşlarım” demiş.
“Yoo bitmedi” demiş babası. “Şimdi tekrar git dostumun kapısını çal ve açar açmaz yüzüne okkalı bir tokat yapıştır.”
Çocuk “olur mu öyle şey” demiş.
“Olur olur, ancak sen o zaman anlayacaksın dostluğun ne demek olduğunu.”
Çocuk çaresiz utana sıkıla tekrar düşmüş yola. Kapıyı çalmış. Babasının dostu kapıya çıkar çıkmaz da “Babamın size iletmek istediği bir şey var” demiş. “Nedir o” demeye kalmadan çocuk okkalı bir tokat yapıştırmış babasının dostunun suratına. Üzülmüş bir yandan da “nasıl vurdum” diye.
Babasının dostu demiş ki; “Benim de babana iletmek istediğim bir şey var. Söyle o babana biz bir tokata satmayız koskoca sarımsak tarlasını.”
Elde ne dostluklar varmış.
Bırakın sarımsak tarlasını, koskoca ülkeyi bile satıyor dün dost sandıklarımız.