Bazen sevinç ve üzüntüyü bir arada yaşamak zorunda kalabilirsiniz. Hayatın içerisinde yaratıcımız Allah tarafından yazılmış ve belirlenmiş kaderlerin nerede ve nasıl tecellilere dönüşeceğini bilemezsiniz.
Bu geçirdiğimiz Ramazan Bayramı da bizim için farklı duyguların yaşandığı bir bayram oldu. Bir taraftan bayram sevinci ile birlikte komşumuzun düğününe iştirak ettik, ama hemen bayramın ikinci günü acı bir haber aldık. Duyduk ki, hala oğlumuz Hasan İstanbul Şile' de girdiği denizin dev dalgalarına yenik düşmüş, genç yaşında bu dünyadan ayrılmıştı. Bayram günleri bir anda giryân günlerine dönüştü.
Şilenin sahillerinin ne denli girdaplı olduğu, aniden dev dalgaların ortaya çıkıverdiği bir yapısı olduğu, ama rahmetlinin daha önceleri oraya defalarca ailesiyle gittiği halde şimdiye kadar bir tehlike yaşamadığı, yüzmeyi iyi bildiği vb. şeyler konuşuldu. Bütün konuşmaların sonu da aynı cümlelerle sona erdi. Yapılacak bir şey yok, kader böyle imiş.
Evet, Allah rahmet etsin sevilen bir insandı Hasan kardeşimiz. Herkese iyilik etmeye çalışan, İstanbul Nişantaşı'nda iyi bir iş yeri ve geliri olan, her şey yolunda düzgün bir hayatı yaşayıp giden, değerlerine bağlı bir insandı o. Lakin hayat buraya kadardı. Bu dünyada kendisine tanınan süre nihayet bulmuştu. Şöyle yapsaydı kurtulurdu, böyle yapsaydı bunlar olmazdı kabilinden konuşmalar sadece temenni ve düşüncelerden ibaret, tabi ki. Sonuçta bu bayram komşumuzun oğlunu Dünya Evine, halamızın oğlunu da Ahiret Evine koyduğumuz bir bayram oldu. Nihayet aklımıza Peygamberimiz (s.a.v) in şu hadis-i şerifi geliyor hemen: "Ağız tadını bozan ölümü çok hatırlayın."
* * *
Aslında hepimiz dünya hayatının geçici olduğunu, bu dünyanın kimseye kalmadığını bilir ve inanırız. Giden hiç kimsenin yarım kalan işlerini devam ettirmek için tekrar geri gönderilmediğini, bir kimsenin ölüm vakti geldiğinde ne bir saat öne alınacağını ya da geciktirileceğini, sonunda da bu dünyada yaptıklarımızın muhakkak bir hesabının sorulacağını hep bilir söyleriz. Fakat ne yazık ki, insanların çoğu hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışırlar da, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışmazlar. Bu sebeple de boş yere ve kimseye kalmayacak bir dünya için ne canlar yakılır, ne kalpler kırılır, ne hasetlikler ve küslükler yaşanır.
Bu bayram genel olarak haberlerden takip ettiğimiz kadarıyla trafik kazaları çok oldu. Tabii ki neticesinde onlarca ölüm hadisesi duyduk. Aşağı yukarı hepsi de insan hatalarından kaynaklanan kazalar ve ölümler. Neden böyle oluyor diye düşündüğümüzde birçok farklı sebeplerin olduğunu görüyoruz. Ama bunların en başında da araçların eskiden olduğu gibi modeli düşük olmayıp kaliteli ve hızlı, yolların daha modern oluşuna karşın, buna uygun oranda sürücü eğitimlerinin yeterli düzeyde verilmediği anlaşılıyor. Hız ve kontrolsüz kullanım, trafik kurallarına uymama, hoşgörüsüzlük ve eğitimsizlik. İşte yine sonuçta eğitim konusuna varıp dayanıyoruz. Eğitim, yine eğitim, yine eğitim.
Eğitim bu kadar önemli olmasaydı, Allahü Teala kendisine hiç affı olmayan bir davranış olarak şirk koşma cehaleti içerisinde olan bir topluma ilk ayetini "Ey insanlar Allaha şirk koşmayın" değil de "Oku" diye gönderir miydi acaba. Son Hak dinin il ayeti "Oku" diye başlamış, çünkü şirkin de, cinayetlerin de, haksızlıkların ve bütün kötülüklerin de düzelmesi ancak okumakla ve eğitimle olur.
Kazasız belasız bir şekilde, sevinçlerin çokça yaşandığı, sıla-i rahimler yaparak büyüklerin dualarının alındığı, fakir fukaranın ve kimsesizlerin sevindirildiği, sevgi, saygı, hoşgörü içerisinde idrak edeceğimiz sağlık ve afiyet dolu nice bayramlara erişmek niyazıyla.