Biteviye değişmekte olan, idrak edilmesi müşkil bir hakikatin ardında koşan, ancak ona bir türlü yetişemeyen siyaset tarzlarını ve düşünce sistemlerini ideoloji kelimesiyle ifadelendirebiliriz. Kimi durumlarda dinin fonksiyonlarını üstlenmiş, hatta zamanla dinin saf söylevini hayatın dışına öteleyerek kendini onun yerine sarsılmaz (öyle sanılır) payandalarla ikame etmiş, din olmuş ve yine kendine ölesiye bağlı, iman etmiş bağnaz bir kitle yaratmıştır. Öyle ki artık Hristiyan olmadan önce liberallik, Müslümanlık değerlerinden evvel mukaddesatçılık-muhafazakârlık ideolojinin topluma sirayetine delalet eden tavırlar, refleksif tutumlar olarak belirgindir.
Her biri diğerinden farklı olduğu iddiasındaki ideolojilerin meşruiyetini dayandırdıkları gerekçe de bellidir. İnsan hayatını, onun çıkarlarını korumak gözetmek suretiyle iyileştirmek. Tabii ki hâkim, yegâne güç olmayı tasarlar ideoloji, vadettiklerini gerçekleştirebilmek için. Ayrıca insanların, etraflarında yaşanan olaylara bakışlarını değiştirmeyi amaçlar, olayların anlaşılmasına rehberlik eder.
Bu minvalde bazı filozoflara göre ideoloji 19. yüzyılla başlatılan bir süreci ifade etmez, bütün insanlık tarihi için geçerlidir, yani ideolojik gereksinim varoluşsal bir nedene bağımlıdır. İnsanı özne yapan farkındalığın adıdır. İdeolojileri neredeyse insanın kaderi mesabesinde –ki masumane algılanmalarına olanak sağlıyor- ele alan yaklaşımlar bana olduğu kadar bazılarınıza da abartılı gelebilir, ancak, ideolojilerin insanlık değerlerini korumak ve güvence altına almak adına dünyevi iktidarı amaç edinen yapılar olduğu muhakkak. Şunu da atlamamak gerekir; ekseriyetle değerler evreni menfaatler, çıkarlar nispetinde inşa edilmiştir ve insanlık değerleri bütünü bu çıkar kümesindeki insanların (aslında muktedirlerin) beklentilerine karşılık verebildiği ölçüde korunur, aksi hâlde kümenin dışında bırakılarak elenmiş olur. Fakat, girişte de söylediğim gibi “idrak edilmesi müşkil bir hakikat”in peşinde koştukları için mutluluk getirmekten uzaktırlar.
Ülkemizde sağcılık solculuk şeklinde kutuplaşmış ve kucaklaşması mümkün görünmeyen iki dünya akla geliyor ideoloji denince. Türkiye gibi karmaşık unsurların var olduğu, durmaksızın mücadele hâlinin yaşandığı bir ülkede bu tam olarak doğru değil elbette. Bunları niye düşünüyorum ki? Geçen bu aralar hafızalardan da silinmek üzere olan (ayak direyen birkaç mecalsiz örnek sayesinde benim henüz silinmedi) dava adamlarından birinin sözlerine rast geldim bir sitede. Gerçekten mutsuz bu adamlar. Hayatlarını, değerler uğruna bir duruş gösterilebileceğini göstererek yaşadılar, ama bunu öğretemediler. Galiba ısrarcı olmanın bedelini de ödüyorlar. Yalnız kalarak, bırakılarak... Etraflarını saran güruhun sözde teveccühü, onlara göre yanlış giden hiçbir şeyi değiştirmiyor. Hatta bu güruhun “yeni ideolojisi” ürkütüyor onları. Artık “Durun kalabalıklar...” bile diyemiyorlar.