Düşmeyen şehrin hikayesi!

Erol Sunat

Uzun uzun zaman önce memleketin birinin sınır boyunda olan önemli şehirlerinden biri, komşu diyarın Sultanı tarafından kuşatılmış. Hem öyle bir kuşatılmış ki, dışarıdan yardım ve destek gelmesi de engelleniyormuş. Sultan mancınıklarla şehri dövmeye başlamış. Surlara dayanan savaş kulelerindeki askerlerle, şehri savunanlar arasında şiddetli çarpışmalar oluyormuş.

Barış çabaları, barış girişimleri sonuçsuz kalıyor, şehri düşürmek için Sultan ve askerleri oldukça fazla çaba gösteriyorlarmış. Mancınıkların attığı kayaların büyüklüğü ve etkisi yüzünden, şehrin kuzey ve güney surları çökmeye, her geçen gün, onarılmaz ve savunulmaz bir hale geliyormuş.

Sultan Vezirlerinden birini bir heyetle şehrin kapısının önüne göndermiş. Şehrin Vali Paşası ve Subaşı heyeti karşılamışlar.

Vezir, Vali Paşa demiş senden bu kadar direniş beklemiyorduk, gel inat etme şehri bize teslim et. Sultanımız iyiden iyiye kızmaya başladı. Ölürüz de bu şehri teslim etmeyiz diyorsanız, taş üstünde taş, gövde üzerinde baş kalmayacak bilesiniz. Kadınları ve çocukları da esir pazarlarında satılan, kalesi başına yıkılan bir şehir olarak anılacak burası. Şehri teslim et, ahaliyi de al çık git şehirden.

Vali Paşanın yanında olan şehrin önemli Beylerinden biri, sen hangi yüzle buraya geldin Vezir demiş. Hem bu şehrin ahalisinden ol, hem hıyanetlik yap, hem de gel bu şehri tehdit et, utanmadan birde meydan mı okumaya geldin! Öleceğiz, ancak bu şehri senin o kibir abidesi Sultanına teslim etmeyeceğiz.

Vezir, elçiye zeval olmaz demiş, son diyeceğiniz bu mudur? Vali Paşa, Beyi duydun demiş, bizim kararımız, kılıcımız elimizde sonuna kadar şehri savunmaktır. Üç aydır şehri alamadınız. Şehir size hiç beklemediğiniz kadar direndi, karşı koydu. Bu şehir düşmeyecek, sende kendine dikkat et, bir bakarsın aniden oklarımız gelip seni bulmasın!

Vezir, Vali Paşa demiş, andım olsun ki, şehir düştüğünde, kelleni şehrin sağlam kalan surlarına asacağım. Yanına da sözüm ona akrabam olan çok konuşan şu Beyin kellesini.

Vezir, olan biteni Sultana anlatmış. Sultan, Vezir demiş, bu şehre girmenin bir yolu olmalı. Bize destek verecek, altın akçeyi seven, kolay elde edeceğimiz kimse yok mu bu şehirde. Bu kuşatma onur meselesi oldu. Sultan sınır şehrinin önünde çakıldı kaldı. Diye yalan yanlış laflar uçuruyorlar. Bu şehir düşsün dile benden ne dilersen. Lakin elini çabuk tut.

Vezir ne yapayım diye düşünürken, muhafızları, Vezirim demişler, şehirden birisi geldi sizinle görüşmek diler. Alın hemen içeri demiş Vezir, bana o şehirden birisi lazımdı.

Vezir içeriye giren adama şöyle dikkatlice bir bakmış. Seni tanıdım demiş, sen benim amcaoğlusun. İyide senin baban beni günahı kadar sevmez, sen ne diye geldin?

Adam Vezir hazretleri demiş, babam seni sevmez amma, ben ve kardeşlerim seni takdir ederiz, sen bizim ailemizin yüzünü ağartan Vezir olmuş birisin, kardeşlerimde dışarıda senin emrine girmek dileriz, güney surlarında zayıf bir nokta var. O noktayı temizledik, oradan üç kardeş çıkıp geldik.

Vezir en mahir, en sessiz adamlarından on kadarını amcaoğluyla birlikte güney surlarının o tarafa göndermiş. Gecenin karanlığında adamlar surların o en zayıf yerinden şehre girip gözden kaybolmuşlar. Vezir ortalık aydınlanırken yirmi kadar mancınığı surun o zayıf noktasına getirip, suru dövmeye başlamış. Bir saat kadar sonra, surun o bölümü çökmüş, askerler o çökük yerden şehre girmeye başlamışlar.

Şehirde oldukça kanlı çarpışmalar olmaya başlamış. Sultanın adamları, Sultanım demişler, Vezirimiz, Güney surlarını aşıp şehre girdi. Öğleye kalmaz, şehir teslim olur. Sultan, şimdi neşem yerine geldi demiş. Aynı noktadan şehre girmeye devam edin, şehir düşene kadar devam.

Vali Paşa ve Subaşı kılıç kullanmakta memleketin en namlı iki ismiymiş. Şehrin Beylerinin önde geleninin ise ok atmakta üstüne yokmuş. Şehrin meydanına kadar geri çekilmişler. Meydanda öyle bir oyun kurmuşlar ki, meydana doğru ilerleyen Vezir ve askerleri ağır kayıplar vermeye başlamışlar. Vali Paşa Sultanımız yardıma gelinceye kadar dayanacağız demiş,

Bey ise, hain Veziri demiş kim vurursa, kim düşürürse ona bin altın. Okçulardan biri Beyim demiş, kendi insanına hainlik yapan birini vurmak için altın istemeyiz. Yeter ki başını bir çıkarsın. Yeter ki azıcık onu bir görelim.

Akşam karanlıkları çökmüş şehir düşmemiş. Sultan, sur yıkıntılarının önüne çağırttığı Vezire sormuş, hani demiş şehri düşürecektin ya… Sana yarın akşama kadar süre. O Vali Paşanın, o münasebetsiz Beyin de kellelerini isterim!

Vezir, karanlıkların içinde kaybolmuş, şehrin kendi ellerinde olan kısmında kendine göre savaş divanını kurmuş. Ona yardımcı olan akrabalarını etrafına toplamış, yarın akşama kadar bu şehir düşecek demiş. Yok mu içinizde Vali Paşa ile o Beyin kellesini alacak gözü kara biri. Onlar benim kelleme bin altın koymuş, ben onların kellesine beş bin altın koyuyorum. Atın önüme kelleyi alın beş bin altını. Vezirin akrabaları, altın hırsıyla gözleri kamaşmış bir şekilde fırlamışlar dışarı. Meydanı aşmışlar, Vali Paşa, Beyler ve Subaşı iyi kötü ayakta olan Vali konağında bulunuyorlarmış. Fazla bir gürültü patırtı olmadan, onları rahatlıkla görebilecekleri mesafeye kadar gelmişler. İçlerinden bazıları yaylarını gerip tam nişan almışlar ki, bir anda üzerlerine yağmur gibi ok yağmış. İçlerinden kurtulan olmamış.

Subaşı gün ağardığında, savundukları meydandan karşı tarafa seslenmiş. Vezir demiş, bir adamını gönder, sana göndereceğimiz birkaç çuval var. Vezirin adamları çuvalları alıp , Vezirin önünde açmışlar. Vezir birde bakmış ki, akrabalarının kelleleri. Yanında bir de yazı varmış. Senin kelleni de alıp, Sultanına bu şekilde göndereceğiz diye…

Subaşı gözü pek bir yiğitmiş. Vali Paşam demiş. Ne halkın dayanacak bir hali kaldı, ne de erzakımız bize yetecek durumda değil. Bizi bu kuşatma değil, açlık öldürecek, benim şöyle bir düşüncem var deyip, fikrini orada bulunanlara açmış.

Bu arada Vezir akşama kadar şehri mancınık atışlarıyla döğmüş, şehirde neredeyse yıkılmadık hiçbir yer kalmamış. Teslim olsunlar diye heyet göndermiş. Sultan otağını şehrin içinde bir yere kurdurmuş. Gelişmelerden oldukça memnun olduğu her halinden belliymiş. Ordusu çoktan zafer sarhoşu olmuş. Şehir düştü, teslim oldu diye şayialar dolaşmaya başlayınca, güvenlik zafiyeti oluşmuş ve her köşeye sirayet etmiş. Sultan, Vezirim demiş, şu kendini bilmezlerin kellelerini de yarın sabah ayakta kalan surlara as ki, şehrini kurtarmaya gelmeyen, basiretsiz Sultana ders olsun, bizden korkmayan diğer diyarlara da…Vezir, ferman Sultanımındır demiş. Şehrin yıkıntıları içerisinde daha fazla dayanamazlar, Vali Paşanın konağını da başına yıktık, Beyin konağını da…

Sultan ve Vezir zaferlerinden emin bir vaziyette bundan sonra ne yapacaklarını konuşurlarken, bir anda içeri Subaşı ve adamları girmiş. Vezir ve Sultanı kendini savunamadan teslim almışlar. Meydanda sağlam kalan direklerden birine her ikisine de bağlamışlar. Sonra da, Sultanın Beylerine haber salmışlar. Subaşı en mahir okçularını meydanı çevreleyen yıkıntıların arasına gizlemiş. Vali Paşa, Sultanın Beylerinden oluşan heyete, Beyler demiş, Sultanınız ve Veziriniz meydanda bağlı. En ufak bir yanlışınızda okçularımız, her ikisini de öldürecek. Beyler size demişler altın verelim, kuşatmayı şu andan itibaren kaldırdık, onları alıp çekip gidelim dedilerse de, Vali Paşa bizim beklediğimiz bir haber var, haber gelsin ondan sonra diyormuş.

Birkaç gün sonra, Memleketin Sultanı işgalci Sultanla Vezirinin bağlı olduğu meydana gelmiş. Hainlerin, düşmanla işbirliği edenlerin mükafatı yaşamak olmamalı diyerek, kendi eliyle Vezirin kellesini almış. Sultanı da, bir daha memleketine saldırmamak, şehrin imarı için gerekli tazminatı ödemek şartıyla serbest bırakmış. Subaşını kendine Muhafız başı, Vali Paşayı Vezir, o yiğit Beyi de şehre Vali Paşa yapmış.

Anlatırlar ki, bir daha o şehirden ne bir hain çıkmış, ne de hıyanete tevessül eden. Şehir daha birçok kuşatmalar görmüş, lakin hiçbir kuşatmada teslim olmayan, sonuna kadar savaşan ve şehirlerini teslim etmeyenler olarak anılmışlar.

Şehir şehire, kuşatma kuşatmaya, ahali ahaliye, Sultan Sultana, Vezir Vezire, Vali Paşa Vali Paşaya, Subaşı Subaşına, Bey beye benzer…

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.