Oğuzların, yani biz Türklerin ataları olan asil milletin yaşam biçimlerinden, ekonomisine, inançlarından, giyinişlerine, beslenmelerinden içinde yaşadıkları tabiata kadar pek çok konuda bilgi sağlayan kadim bir kaynak olan Dede Korkut Hikâyeleri; Fuat Köprülü’nün ‘terazinin bir kefesine bütün bir Türk edebiyatını, diğer kefesine Dede Korkut’u koyun; Dede Korkut ağır basar’ dediği temel klâsiklerimizdendir ve dahi; “Sır Derya kıyısında atlarını dinlendiren, yalçın kara dağların bağrında yurt tutan, kardeşini yitirince uğrun uğruna aramaya çıkan, havadaki kuşu yerdeki mahlukatı kovalayan, aslan yüreğiyle yeryüzünde dolaşan, hiç yorulmadan harp eden, ad kazanan, yiğitlik gösteren, göz yaşı döken, şiir söyleyen; kara elbiseli altmış kafirle bir başına vuruşan, on iki gözü gözleyen, on iki suyu izleyen, on iki hikâyeyi dillendiren Oğuzların duyulsun diye zaman rüzgarına bıraktığı hikayelerdir.” Gereksiz ve ağdalı edebiyat süsleri bulunmayan, kısa, sade ifadelerle örülmüş, yapmacıksız, tesirli bir üslûbun hâkim olduğu Dede Korkut Hikâyeleri yer yer dünya mitoloji ve folklor metinleri ile de benzerlikler taşır.
Dede Korkut Hikâyelerinin 2017 yılına kadar yalnızca Dresden ve Vatikan yazmalarının varlığı biliniyordu. Geldiğimiz noktada Dede Korkut yazmalarının son beş yılda üç nüshası daha ortaya çıktı. 2017'de Ankara yazması, 2019'da Günbed yazması ve 2022 yılında Bursa yazması bulundu. Dolayısıyla zaten hep gündemimizde ve gönlümüzde olması gereken Dede Korkut Hikâyeleri, bu gelişmelerle tekrar hatırlandı, konuşulur oldu.
Hâl böyleyken ben de Dede Korkut Hikâyelerinin günümüze uyarlanmış şeklinden oluşan metinlerin bir araya geldiği özgün bir çalışmadan bahsetmiştim. Bunu hatırlamanın en doğru zamanlarından biri diye düşünüyorum. Bu çalışma da kadim mirasımız da öyle tek yazıyla geçilecek eserler değil. Ben bu çalışmadan üç gün boyunca bahsedeceğim.
Bu kıymetli kitabı günümüz hikâyecilerinden bazıları yeniden yorumladılar demiştim, kendi fıtratlarınca tekrar yazdılar. Bu cihetle proje, kolektif çalışmalar içinde apayrı bir şekilde anılmayı hak ediyor. “Davet töredir, icabet Oğuz'a göredir. Gök yıkılsa, yedi düvel pusat sallasa, kan kızıl yollara dursa da davete icabet edilir” şiarından hareketle bize de davete icabet etmek gerekir ve ben de bunu yapıyorum.
24 KALEMDEN 24 HİKÂYE
Dede Korkut Hikâyelerinin tekrar ve farklı bakış açılarıyla yeniden uyarlanması ve yazımı projesinin fikir babası, ilham kaynağı usta hikâyeci Aykut Ertuğrul. Projeden ilk olarak Güray Süngü’ye bahseder ve birlikte işe koyulurlar. On iki hikâyeciye Dede Korkut Hikâyelerini paylaştırıp, onlardan kendilerine düşen hikâyeyi kendi fıtratlarınca yeniden yorumlamalarını isterler. Elbette dil, üslûp, zaman, mekân, form… her şeyin değişebileceği; hikâyenin aslına ne kadar sadık kalacağı ve neresinden tutunacağı tamamen hikâyecinin kendisine kaldığı notunu vurgulayarak. Kitap vücut bulur, ilgi görür ve iki baskı yapar. Altı yıl sonra (kitabın ilk baskısı Kasım-2016’da Ketebe etiketli) yani 2022’nin şubat ayındaki yeni baskısında da hikâyeci sayısı 24’e çıkar.
On asır önceki hayatların ve erdemlerin bugüne ne şekilde taşınacağı, değişimin hangi veçheleriyle yansıtılacağı ziyadesiyle büyük merak uyandırıyor. Elimde tuttuğum 340 sayfalık kitabı bu düşüncelerle yani büyük bir merakla ve dikkatle okudum; hikâyelerin orijinallerini her daim hafızamın bir köşesinde tuttum. Genel olarak ‘Korkut Ata Ne Söyledi?’ye dair intibam; dil ve üslûbun korunmaya çalışıldığı, inandırıcılığın ve samimiyetin her bir hikâyede yazarı tarafından önemsendiği yönünde oldu. En azından Dede Korkut’un odağa alındığı bir çalışmada bari ‘öykü’ tabirini kullanmaktan imtina edilseydi çok daha iyi olurdu, işin ruhuna bağlı kalınmış ve daha anlamlı bir dokunuş olurdu, ama yapacak bir şey yok!..
Yarın yavaş yavaş kitabın kapağını açalım…