“Bir cemiyetin dahilinde yaşıyan insanların, uzun asırlar içinde, düşüncelerile duygularının hariçte bediî bir tarzda tezahürü, sa’nat eserlerini meydana getirir. Bu düşünce ve duyguların lisan ve yazı ile ifadesi edebiyattır. İşte bizim meşgul olacağımız saha budur. Biz, bir milletin, muayyen devirler içinde vücude getirmiş olduğu bu kabil sa’nat eserlerini tetkik ederek, o milletin medenî hayatını öğrenmeye çalışacağız.” Bu satırlar doktoraya konu olan edebi bir eser için, konunun uzmanlarınca yazılan bir giriş cümlesi gibi görülebilir ilk bakışta. Halbuki bu giriş cümlesi 1939 yılı basımı bir lise ders kitabının sunum cümlesinden alınmıştır. (Edebiyat Dersleri-Tanzimata Kadar-Agâh Sırrı Levend-5. Basım-Kanaat Kitabevi- İstanbul).
Bu ders kitabını açıp, şöyle bir incelediğimiz zaman içerdiği bilgi seviyesi ve anlatım tarzına hayran olmamak mümkün değil. “Herhalde bu ve benzeri lise kitaplarının seviyesindeki eğitimi şu an üniversitelerde lisansüstü eğitimlerde v.s. veriliyordur…” der Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Handan İnci Hoca. Elbette bu durum sadece sosyal bilimlerde değil aynı zamanda beşerî ilimlerin dersleri için de geçerli. Zaman her şeyde olduğu gibi eğitim seviyesini de değiştiriyor. Bu şaşılacak bir şey değil.
Konuyu eğitim seviyesinin kötü gidişatı eleştirisinden ziyade edebiyat anlayışımızın gidişatı ile sınırlandırmak daha makul olacaktır.
Edebiyat hayatımızın neresinde diye bir soru sorabiliriz ilk etapta. Ve de iyi edebiyat hayatımıza nasıl etki eder?
İyi edebiyatla tanışıklığımız okumayla başlar. Her ebeveyn çocuklarına, her öğretmen öğrencilerine mutlaka kitap okumayı salık verir. Evet ama neyi, neden okuması gerektiği konusunda yeterli yönlendirme yapılıyor mu çocuklara ve gençlere? Çünkü bu, çeşitli jenerasyon isimleri ile anılan, gençlerin ortak bir özelliği var. Onlar yaptıkları şeyin “neden”ini öğrenmek istiyor. Neden sorusu, onların hayatında önemli yer kaplıyor. Kesinlikle önce, neden okumalı sorusunun cevabı, çok iyi anlatılmalı bu çocuklara.
Okumanın başlıca amacı sanıldığı gibi aslında, bilgi edinmenin ötesindedir. Zaten bir kitabı okuduktan birkaç hafta sonra bile çok azı aklımızda kalmakta ya da tamamen konusunu bile unuttuğumuz zamanlar olmaktadır. Okumanın başlıca amacı, dili öğrenmekte ve ona hâkim olmakta geçer. Çünkü bir öğrencinin kelime bilgisi ne kadar çok olursa, hangi alanda eğitim alıyorsa alsın fark etmez, mutlaka başarılı olmaktadır. Çok okuma; kelime ve gramer bilgisinin artmasına, bunun sonucunda okuduğunu hızla anlamasına, dahası okuduğuna yoğun odaklanmasına yardımcı olmaktadır. İşte, kitapların ve edebiyatın etkisi bu noktada çok önemlidir.
Romanları kadar yazma üzerine de çok düşünmüş olan ve bu konuda yol gösterici eserler de sunan Ursula K.Le Guin yazın hakkında şöyle der ve bu söylemi diğer tüm meslekler için de geçerlidir aslında: “Okullarda çok daha az okuma yapılıyor ve çok az dilbilgisi öğretiliyor. Bir yazar için, daha aletlerin adlarını öğrenmeden ya da onları bilinçli bir şekilde eline almadan bir marangozhaneye atıvermek gibi bir şey bu. Yıldız tornavidayla ne yapılır? Yıldız tornavida nedir? İnsanlara yazmaları için gerekli olan donanımı vermiyoruz, onlara sadece ‘Sen de yazabilirsin!’ diyoruz, ya da ‘Herkes yazabilir, otur da başla hadi!’. Ama herhangi bir şeyi yapabilmen için öncelikle onu yapmanı sağlayacak aletlerinin olması lazım.”
Yazar ve eğitimci kimliğinin yanı sıra elektrik ve elektronik mühendisi de olan Murat Gülsoy mühendislik ve edebiyatı nasıl bağdaştırdığını bir söyleşide şöyle anlatır: “Herhangi bir sınıfın matematik kitabını alın, açın, içindeki sayıları, bir de sözcükleri sayın. Kelimelerin çok daha fazla olduğunu görürüz. Buradan şunu anlıyoruz. Matematik de bir dil, soruyu çözmek için önce soruyu anlamak gerekir ve soruyu anlamak çözmenin yarısıdır, denir. Bu çok doğrudur. Kelime haznesi çok az olan bir çocuğa matematik ya da fizik anlatması çok zordur.” Gülsoy’un burada bahsettiği yine Guin’in anlattıkları ile paraleldir.
Ve edebiyatın, sadece dilbilgisi, anlama ve farkındalık açısından değil ayrıca insana manevi doygunluk, estetik zevk ve ahlaki değerlerin öneminin kavratılması açısında da manevi yönde olumlu etkileri olmaktadır.
Yani kısaca edebiyat; sözel ya da sayısal aldığımız eğitimin içinde, iş hayatında, eş, dost aile meclislerindeki iletişimimizde veya her şeyden öte “kendine ait olan zaman”ı kaliteli bir şekilde geçirmede en büyük araçtır bir bakıma.
Kaliteli edebiyat nasıl ayırt edilir, ona nasıl ulaşılır diye bir soru akla gelebilir. Bunun tartışması ve tezini ise gelecek hafta sunmaya çalışacağım.
Sağlığınız ve huzurunuz daim olsun.