Geçen hafta mahalleme yakın bir yerde bulunan Alaeddin İlkokulunu ziyaret ettim. Okul binası oldukça yeni, eski okul yıkılmış yerine yepyeni bir bina hem de 6 ayda inşa edilmiş, 20 şer kişilik sınıflar mükemmel, pencere ve kapı yalıtımları gayet yerinde, tekli dönem eğitime geçmek için hazırlık yapılıyor.
Bir proje çerçevesinde ziyaret ettiğim genç ve dinamik okul müdürünün misafiri oldum. Bu arada yine proje çerçevesinde yer alan 8 okul müdürü daha burada idi. Ziyaret sebebim önümüzdeki ay yapılacak olan uluslararası proje için yapılan hazırlıkları yerinde görmekti.
İçlerinden birisinin bayan olduğu okul müdürlerinin tamamını arzulu, heyecanlı ve sevecen buldum. Biz de çocuk olmuş, bırakın müdürün yanına varmayı, öğretmenlerimizle bile doğru dürüst ilişki kuramaz, hatta sokakta gördüğümüz zaman bile onlara görülmemek için ara sokaklara kaçardık. Umarım benim çağımda çoğunu bu hali yaşamışsınızdır.
Bu defa hiç de öyle olmadı. Sınıflardan birkaçına girdiğimizde öğrenciler müdüre koşarak sarılıyorlar, karşılıklı sevgi alışverişinde bulunuyorlardı. Epeydir, böyle bir durumdan, öğrenci-öğretmen arasındaki sıcak halden haberim olmamasına da üzüldüm.
Neyse esas programa geçtik. İlkokul 4. sınıftan 16 öğrencinin öğretmenleri nezaretinde hazırladığı kompozisyonları, müdürlerin huzurunda dinledim. Çok şaşırdım. Öğrencilerimiz, geleceğin, vatanımızın, varlığımızın teminatı olan evlatlarımız harika işler başarıyorlar. Henüz 10 yaşında olan çocuklarımızın kendilerine olan özgüvenleri çok yüksekti.
Çocuklar arasında hele de birisinin ezbere söylediği bir sunum vardı ki, beni çok duygulandırdı. El-kol hareketlerinin kompozisyon metni ile uyumluluğu, söyleyişteki içtenlik, söylerken yaşadıklarına inanmak kolay değil. Bu arada içlerinden bazılarının az da olsa çekingenliğine şahit oldum. Bu çekingenlik, zannederim biraz da aile motivasyonunun eksikliğinde geliyordu. Elbette her ailenin bir yapısı, farklı genetiği vardır. Bu durumlar da çocuğun davranışını etkileyebilir.
Bendeniz de uzun yıllardır eğitimin birebir içindeyim. Elimizden üniversite çağında yüzlerce insan geçiyor. Elbette onlar bizim öğrencilerimiz ama ben her birini birer insan olarak görüyorum. Hakta ve hukukta benimle aynı duruma sahipler. Bu yüzden ayrım yapmıyorum. Zira insanlar, yaşam biçimini, mensubu oldukları toplumun değerlerini, o topluma uygun bir şekilde hazırlanan aracı ile öğrenirler. Bu aracı ise eğitimdir.
Eğitimin temel ve en önemli görevi kültürel değerleri yeni nesillere aktarıp, toplumsal devamlılığı ve bütünlüğü, kültürün gelişimini sağlayacak yeni fertler yetiştirmektir. Aynı zamanda, ferdin kendisinde var olan yetenekleri üst düzeye çıkarmanın yanı sıra, bireylere yeni yetenekler kazandırarak çağa uygun olmalarını sağlamamaktır. İŞTE MESELE DE BURADA.
Eğitim sisteminde eksik olan konu bu. Yıllardır öğretmen-öğrenci ilişkisini katı-bürokratik-otoriter sistemlere kurban ettik. Öğrenci kendinden üstte olan her şeyden korktu. Öğretmeninden, devletinden, askerinden, valisinden, müdüründen ve daha pek çok şeyden, hatta babasından korktu. Böylece çocuk özgüvenini kazanamadı.
Bazı eğitimcilere göre özgüven için öğrencinin serbest davranış biçimi kazanması sıkıntı vericidir. Onlara göre öğrencinin her şeyini kontrol etmek esasmış. Hadi oradan diyesim geliyor! Ahlaki ve teknik kontrolü yapacağız diye, gençliğin özgüvenini yitirecek olaylara vesile olmak ne kadar doğrudur. Bir defa özgüven kendini doğru ifade edebilme yeteneğidir. Bunu kazanmasına neden engel olalım ki!
Eğitimin, ferdin özgüveni geliştirme görevi; bilişim, duyuşum ve hareket yönlerini geliştirmek, ilgi ve ihtiyaçlarına cevap verebilmek, bireyin kendi potansiyelinin farkına varmasını sağlamak olmalıdır. İşte mesele de bu dediğimin altında bu bilimsel tespit yatmaktadır.
Bunu başaran sistem ve toplumlar yol alacak, bey olacak; yapamayanlar köle olarak kalacaktır.