Geçenlerde bir televizyon kanalında Tayvan tanıtılıyordu.
Tayvan’ın yüzölçümü 35.800 kilometrekare. Konya’nın yüzölçümü 38.873 km². Neredeyse Konya yüzölçümü kadar.
Tayvan’da Kıbrıs konumunda, Çin’den kopma bir ada. Nüfusu 23 milyon civarında.
Türkiye’nin yıllık ihracatı ortalama 150 milyar $ iken Tayvan’ın yıllık ortalama ihracatı 300 milyar $ kadar. İhracatının büyük bir bölümü elektronik üzerine.
Eğitim sistemine bakıyorsunuz. Üretken ve araştırmaya yönelik farklı projelere imza atan bir gençlik yetiştiriliyor.
Buradaki kıyaslama değil ya da bizim geri olduğumuzun gösterilmek istenmesi hiç değil. Peki neyi vurgulamak istiyorum? Artık 15 Temmuz’dan sonra yeniden hayata gelmiş gibi eğitime daha çok önem vererek daha çok çalışıp daha çok üretmeliyiz. Küçücük bir adada bizim 2 katımız ihracat yapıyorsa eksiklerimiz nerede onu görelim istiyorum.
Bağımsızlığını kabul ettirememiş küçücük adanın gençliğinin iyi bir eğitim sonrası, üretkenliği ve başarısı sonrasındaki ürettikleri ürünlerin milyar dolarları bulduğu ve milli gelir seviyesinin çok ülkenin kat kat üstünde olduğu küçük bir ada insanından neyimiz eksik olduğunu anlatmaya çalışıyorum?
Bize ilkokulda ne öğrettiler? Türkiye tarım ülkesi ve tarımdaki üretimimiz ve ülkemizin değişken coğrafi bölgelerinde çok çeşit ürünler elde etme imkanına sahip olduğumuzun zenginliği öğretilmedi mi?
Ama sonradan ne oldu? Avrupa’dan ülkemize gelen yabancılar, her bölgemizdeki toprak analizlerini yaptılar, tohumlarımızı toplayıp üzerlerinde yıllarca çalıştılar neden mi peki?
Toprak yapısına göre tohumlarımıza GDO uygulayıp fazla ürün elde etme adına tarımımızı da hayvancılığımızı yok etme hastalıklar aşılama adına üzerimizde oyun oynadılar.
GDO bitki ve hayvanların laboratuar ortamında bilim adamları tarafından genetik özelliklerinin değiştirilmesi sonucu oluşan yeni tarımsal ve hayvansal ürünlerdir.
GDO’nun amaçları şunlardır:
Bitki ve hayvanların doğal yaşam alanları hariç yerlerde büyüyebilmesi
Böceklere karşı dirençli hale gelebilmesi
Sert hava koşullarında yetişebilmesi
Saha fazla ürün elde edilebilmesi (inek sütü gibi)
DNA’sı değişen ürünün diğer genlerin çalışmasını engelleyebilmekte ve besinlerde daha önce hiç bulunmayan proteinlerin üretilmesine ve toksin ve alerji üreten yeni bir bitkinin dolayısıyla da sağlığa zararlı tüketeceğimiz yeni bir besinin oluşmasına neden olmaktadır.
Neticede meyvesinden, sebzesine, tarım ürününden, hayvansal ürünlere kadar her şeyin genleri ile daha fazla ürün alabilmek için oynandı ve bu sayede hastalıklarda çoğaldı.
O yüzden çok çalışmalıyız çok üretmeliyiz diyorum.
O yüzden gen mühendislerimizi kendi ARGE’mizde çalıştırmalıyız.
O yüzden dışa bağımlılığımızı tamamen yok etmek için iyi eğitim almış gençler yetiştirmeliyiz.
Eğitimde, sağlıkta, tarımda, sanayide, savunmada, elektronik ve yazılımda dışa bağlı kalmamalıyız.
İnşaat yapmak üretim değildir, kısa yoldan köşe dönmek, adam kayırmak, liyakat gözetmeden makam mevki sahibi olmak, hak etmeden devletten maaş almak kazanmak değildir.
Artık işimize bakalım. İşimizde üretkenliğe bakalım. 8 saatlik mesai çalışmamızı vatan için Allah razısı için yapalım.
Herkes işini yaparsa, herkes işinde başarılı olmak için çalışırsa, koltuğa değil işine sarılırsa başarılı oluruz. Koltuk hırsı için, sendika peşinde, siyasetçilerin arkasında dolaşmayıp işi ile ilgili ilgilenirsek bize kimse kafa tutamaz.
3 tarafı denizler ile çevrilmiş. 4 mevsimi gören bir iklime sahip, aynı mevsimde doğuda kar varken, Akdeniz’inde denize giriliyorsa.
Doğudaki hayvancılığın, Karadeniz’deki çayın-fındığın, Akdeniz’deki sebze meyvenin, egedeki zeytinin, Trakya’daki ayçiçeğin-pirincin İç Anadolu’daki tahılın yeri bir başka ise neden daha çok başarılı olmak için çalışmayalım?
Neden kendi bilgisayarımızı, televizyonumuzu, cep telefonumuzu, kendi otomobilimizi, kendi enerjimizi üretmeyelim.
Neden eğitimimizi üretme, araştırma, geliştirme, çok çalışma adına yeniden gözden geçirmeyelim değil mi?