Eğitim ve kültürün bir milleti, medeniyeti ayakta tutan en önemli amillerden olduğunu biliyoruz. Hâl böyleyken bizim milletimizde okumuşlarla okumamışlar, bir başka deyişle aydın-halk çatışmaları eksik olmaz. Pek çok vakayı yaşamaya devam ediyoruz bu noktada.
Herhangi bir kişiyi veya konuyu abartmakta yahut yerin dibine batırmakta da mahirizdir. Kulun bu âlemde bir nokta olduğunu, hatasız olamayacağını hep unuturuz. Mustafa Kemal konusu da böyledir. Bu minvaldeki olaylar ve yaklaşımlar öyle bir boyut kazandı ki son zamanlarda insan ‘bu kadar da olmaz!’ diyor, üzülüyor. Kimin ne amaç taşıdığı, nasıl kullandığı anlaşılmışken üstelik. Mustafa Kemal’in resmi karşısında yere kapanıp tapınan öğrencileri mi ararsınız, sahte Mustafa Kemal karşısında ağlayıp sızlayan manyakları mı; ne ararsanız var.
Yaradan dışında hiçbir şeyin tam ve kusursuz olamayacağını, insanı hatalarıyla sevaplarıyla sevmek ve bilmek gerektiğini anladığımız takdirde daha sağduyulu davranacağımıza şüphe yok.
Bugün köşemi yine D. Mehmet Doğan hocama bırakacağım. TYB’de yayınlanan makalesinde hocamız “Eğitimli”lerimiz neden millete düşman? sorusuna cevap arıyor. Okumakta ve okutmakta fayda var.
“EĞİTİMLİ”LER NEDEN MİLLETE DÜŞMAN?
Bir dede anlattı: Torunum koşarak geldi ve kucağıma atladı: “Dede seni Atatürk’ten çok seviyorum” dedi.
Lâfı dolandırmadan söyleyelim: Bu eğitim sistemi çocuklarımıza yaratıcısını tanıtmadan inkılâp tarihi hurafelerini “din”mişçesine belletiyor. Hele ki ana okulları yaygınlaştıkça bu sakillik de daha erken yaşlarda çocukların zihnine kazınıyor.
Bizim şahid olduğumuz vak’a: Metroda genç anne susturamadığı çocuğunu ebesinin kucağına verdi, ninni söylesin diye. İşte ninni: “Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa!”
Bu eğitim sistemi halk irfanının kaynaklarını kuruttu, annelerimize ninniyi unutturdu; ilahilerimizi-türkülerimizi terennüm eden, masallarımızı çocuklarına, torunlarına anlatan annelerden, büyük annelerden mahrum kaldık.
Alın size “okul öncesi Atatürk köşesi!”
Dindaşlık yerine “kült”daşlık
Çocuklarımız laiklik nâmına asıl kimlik yapıcımız dinden soğutuldu. Milletin dinine mensubiyeti küçük görenler, bizim “dindaş” değil “kültdaş” olmamızı istiyorlar!
Uzun lâfa, teorik nutuklara gerek yok: Son yirmi yılda bu en yüksek seviyeye çıktı. Çünkü hükümet, büyük bir başarıya imza attı: Türkiye’de okullaşmayı yüzde yüz seviyesine yaklaştırdı. Bununla öğünmekte haklı. Okullaşma tamam, ilk öğretimde yüzde yüz…
Ya muhteva? Çocuklarımızı “ne” olarak yetiştiriyoruz. Kimin için yetiştiriyoruz? Filanın, feşmekanın askeri, o ülkenin-bu devletin adamı olması için mi?
Kendi milletine, vatanına bağlılık hissi olmayan nesiller kolaylıkla başka ülkelere gidebilir veya başka ülkelerin emellerine hizmet edebilir.
Kendimiz olmadan hiçbir şey olamayız! Bu milletin varlık zemininden beslenmeyen nesiller, günü gelir milletine ve vatanına düşman olur.
Seçimden sonra kendilerini halka göre daha eğitimli görenler seslerini şirretlik seviyesine yükselttiler: “Halk câhil, o yüzden bizi seçmiyor!”
Türkiye’de doktrin aşılama eğitimi dikkate alınırsa bu yanlış değil. Okul bahçesinde Atatürk heykeli veya büstü, girişte Atatürk köşesi, sınıfta Atatürk kenarı! Bu beyin yıkamayla nereye kadar gideceğiz?
Yaradan’a ibadet yerine, ilkelere tapınma!
Eğitim sistemi bize daha baştan ısrarla bir şeyi, bir inancı telkin ediyor. Bu inancı benimseyince cehaletten kurtuluyorsun, kabul etmezsen ne kadar okursan oku, istersen allameyikül ol, cahil kalmaya devam ediyorsun!
Bu hükümet işte bu eğitim-öğretim sistemini zirveye ulaştırdı. Okullaşmayı yüzde yüz seviyesine yükseltti. Öğretmen sayısını milyonun üzerine çıkardı. Bu demektir ki her seksen kişide birimiz öğretmen!
Öğretmen ne öğretiyor?
Bu başarılar sağlanırken, gerçek bir maarif reformu yapılamadı. Müfredata dahi dokunulamadı. Hâlâ 1930’ların, 1940’ların hurafeleri çocuklarımıza dinmişçesine öğretiliyor. Müfredat hem milli yapımıza uydurulamadı, hem de çağdaş gelişmelere uzak kaldı.
Asıl büyük hamle insan yetiştirme hamlesidir.
Bunu idrak ettiğimiz zaman, çözüme yakınız demektir.