Uzun uzun zaman önce memleketin birinde kuraklık olmuş. Kuraklıktan en fazla etkilenen şehirlerden birinde, halk buğday kıtlığı, un kıtlığı çekmeye başlamış. Öyle olmuş ki, ne altınları geçiyormuş, ne akçeleri.
Kara gün kararıp kalmaz demişler. Sultan gücü nispetinde, un göndermiş şehirlere. Fakir fukara nasiplensin, fırınlardan boş çevrilmesin diye de ferman çıkarmış.
Şehirde ki, fırınlardan bazıları, bunu demişler neden fırsata çevirmeyelim ki…
Ferman sultanımızın lakin fırınlar bizim demişler. Fakir fukaraya verilen ekmek her hanede yaşayanlar sayısında verilirken, azala azala düşüp gelmiş bir taneye…
Fakir fukara, o bir ekmekten de olmamak için şikayet etmezlermiş. Bu arada gani gönüllü, cömert fırıncılarda yok değilmiş. Onlarda hanede kaç kişi varsa onu verdikleri gibi birkaç ekmekte kendiliklerinden verirlermiş.
Hanımı yeni vefat etmiş fakirlerden biri dört çocuğuyla bir başına kalmış. Çocuklar açız diye başlamışlar ağlamaya. En büyüğü on iki, en küçüğü dört yaşlarındaymış.
Fakir adamcağız, evin altını üstüne getirmiş ekmek alacak parayı bir türlü tedarik edememiş.
Evinin yakınındaki fırına varmış. Fırıncı kardeş demiş şu torbanın içine dört ekmek koy.
Fırıncı dört ekmeği koyar koymaz. Adam torbayı kaptığı gibi koşmaya başlamış.
Fırıncı da arkasından…
Mahalleli ne oluyor, hayırdır inşallah deyip fırlamışlar evlerinden dışarı…
Fırıncı kaçan adamın arkasından bağırıyormuş…
Hırsız!
Alçak!
Ekmeklerimi çaldı utanmaz!
Bu mahallede şu adamın önünü kesecek, yakalayacak kimse yok mu?
Adam var gücüyle koşa koşa evinin önüne gelmiş..
Dört çocuğu da evin küçük bahçesinde ne oluyor diye dışarıya bakıyorlarmış.
Adam elindeki torbayı atmış çocuklara…
Alın evlatlarım demiş size ekmek aldım!
Çocuklardan en büyüğü olan kız çocuğu havada yakalamış torbayı…
Bu arada fırıncı soluk soluğa kalsa da, adama yetişmiş!
Adam sokağın ortasında durmuş…
Üzerindeki gömleği bir uçtan bir uca yırtarak, canımı alacaksan gel al demiş.
Param yoktu, çocuklarım açtı, inanmıyorsan bahçeye bir baksana…
Fırıncı, bahçeye bir bakmış ki ne görsün.
Dört küçük çocuk her birinin elinde birer ekmek, kimseye aldırmadan yiyorlar.
İnsanlar toplanmış, fırıncı adama ne yapacak diye merakla bekleşiyorlarmış.
Fırıncı çocukların halini görünce gözleri dolmuş, adama hiçbir şey demeden gidiyormuş ki, bir kadın fırıncı diye bağırmış, bu adam hırsız değil mi, bir şey demeyecek misin, Kadıya gitmeyecek misin?
Fırıncı, sen komşu musun kadın demiş! Bu çocukların anaları yok mu?
Kadın; geçen hafta öldüydü demiş.
İyide tandırda ekmek yapıp da getirmez mi insan? Kadın dönmüş yönünü hiçbir şey söylemeden yürümüş gitmiş evine doğru.
Fırıncı kalabalığın ortasına doğru ilerlemiş.
Bu kadar insan ne diye toplandınız demiş, seyir bakmaya mı?
Adamın çocukları öksüz kalmış, her evden birer ekmek getirseniz, bu sabiler doyardı... Bu adamda benim fırınımdan ekmek çalmak zorunda kalmazdı. Benden yana hakkım helal olsun demiş, sonrada ne biçim mahalle burası, sizler ne biçim komşusunuz deyince, herkes dağılmış.
Ertesi gün, mahalleye uzak diyarların birinden geldiği söylenen bir komşu gelmiş. Dört çocuklu fakirin hemen yanındaki evi satın alıp, aynı gün taşınmış.
Mahalleli nihayet demişler mahallemize zengin biri geldi. Herkes tanışmak için sıraya girmiş. Yeni komşunun karısı, bir öğleden sonra yan komşunun kapısını açmış. Kapıyı dört kardeşin en büyüğü olan kız açmış.
Buyurun teyze demiş, ne istemiştiniz. Size demiş börek-çörek getirdim. Börek lafını duyan kardeşler ablalarının elindeki tepsiye bakıp kalmışlar.
Kız komşu kadına teşekkür edip içeriye girmiş, kardeşlerim demiş, şu parçayı da babamıza ayıralım. Babam iş bulmaya gitti. Dünden beri o da aç deyince, en küçükleri olan küçük kız, ayıralım abla demiş, babamda ölmesin, ne yaparız biz sonra… Sekiz ve dokuz yaşlarındaki erkek çocuklar, kardeşimiz doğru diyor abla demişler.
Börekten büyükçe bir parça babalarına ayırmışlar.
Babaları gelmeden komşu kadın yine gelmiş. Bu sefer elinde büyükçe bir çorba kasesi, yanında yemekler olan bir tepsiyi vermiş kıza, hadi afiyet olsun demiş.
Babaları gelince çocuklar her şeyi anlatmışlar. Adam Allah razı olsun da demiş, bu mahalle böyle şeyleri hayra yorumlamaz. Hem yardım etmezler, hem de dedikodu ederler!
Durun bakalım Allah büyüktür demiş.
Komşu kadın, her Allah’ın günü en az iki kere, çocuklara bir şeyler getiriyormuş. Onunla da kalmamış, çocuklara üst başta alıp gelmiş.
Mahallenin diğer komşu kadınları bu kadar da olmaz demişler bu yeni komşuların çocukları yok. Belli ki olmuyor. Bu adamın çocuklarından birini alacaklar, aha yazıyorum şuraya diyenler olmuş.
Sonunda bazı haset ve fesatlar, çıkmışlar Kadı Efendiye, kadını ve adamı şikayet etmişler.
Kadı Efendi önce komşu kadını çağırmış.
Mahalleli senin bu adamın çocuklarına her Allah’ın günü yemek taşıdığını söyler, yaptığın güzel ve âlâ bir davranıştır amma, çocuğun olmazmış, bu adamın çocuklarından birini alacakmışsın diye seni şikayet ederler. Var mıdır böyle niyetin?
Kadının kocası, Kadı Efendi Hazretleri demiş, bizim üç evladımız var. Üçü de Payitahtta, anamın yanındalar. Bu sabilere bu mahallede bir Allah’ın kulu yardımcı olmaz. Hanımım sevaptır dedi, ben Allah’tan korkarım dedi, bu çocuklar açlıktan ölsünler mi dedi, evlatlarımız aklımıza geldi, evden yemek götürdü, ekmek götürdü. Bunun neresi yanlış, neresi kusurlu?
Kadı Efendi, Allah hakkı için demiş, bunda bir yanlışlık yoktur. Yoktur amma yine de aklıma yatmayan başka şeyler var! Çocukların kız mı erkek mi?
Hepsi erkek Kadı Efendi…Mesele anlaşıldı, bu adamın büyük kızını alıp gidecek, evlenme yaşı geldiğinde, yaşı uygun çocuklarından biriyle evlendireceksin.
Mahalleli kadınlar, valla doğru demişler, bizde aynen böyle tahmin ettiydik!
Kadın, Kadı Efendi demiş, ben çocuklarımı evlendireli çok oldu. Yaşım elliyi geçti. Bu çocukların anaları, benim bacım olur. Ne kocası bilir, ne çocukları. Ben bu çocukların teyzesiyim. Teyze ana yarısıdır Kadı Efendi. Kardeşimin öldüğünü duyar duymaz düştüm yola.
Kadı Efendi, mesele anlaşılmıştır demiş.
Kadınlardan biri ne malum teyzeleri olduğu demiş, bu kadın yeminle yalan söylüyor.
Çocukların teyzesi olan kadın, Kadı Efendi demiş, ben bu mahalle de doğdum. Bu konuşan kadının anasının adı şu, babasının adı şu. Bunlar beş kardeştiler. Babaları hırsızlıktan kaç defa zindanda yattı. Rahmetli kız kardeşimi, bu kadının babası kardeşine almak istedi. Çocukların babasına varınca da, kardeşimin kocasının elinden malını mülkünü hileyle aldılar. Kardeşim, yokluk içinde öldü. Kardeşimin kocası yalan bilmez, hile bilmez, iş aradı iş verdirmediler. Bulduğu işlerden çıkarttılar. Olmaz olsun böyle komşulukta, insanlıkta Kadı Efendi. Bu mahallede bir Allah’ın kulu doğruyu söylemedi. Allah’tan korkmadılar da, bu kadının sülalesinden korktular. Hepsine yazıklar olsun.
Kadı Efendi, öksüz çocukların babalarının gasp edilen mallarını ve dükkanını geri alıp, adama teslim etmiş, suçluları da atmış zindana. Suçluların yakınları önce o mahalleden taşınmışlar, sonra şehirden gitmişler. Sonra ne mi olmuş?
Şehir şehire, Kadı Kadıya, Komşu komşuya, Fırıncı Fırncıya, öksüz çocuklar öksüz çocuklara, doğru insan doğru insana, teyze teyzeye benzer…
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…