Çağın hastalığı “ben biliyorum” dur. İnsanların hastalığı da eleştiren olmaktır. Birazcık eleştirilmeye hazmedebilse insan; hataları gün ışığı gibi su yüzüne çıkar. Ne demek istediğimi gülümseten bir hikâye ile anlatayım.
Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra pazar sabahı kalktığında bütün haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını düşündü. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu.
Baba oğluna söz vermişti bu hafta sonu sinemaya götürecekti ama hiç dışarıya çıkmak
istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim dedi sonra düşündü:
"Oh be kurtuldum, en iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı aksama kadar düzeltemez."
Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi ve: -"Baba haritayı düzelttim, artık sinemaya gidebiliriz" dedi. Adam önce inanamadı ve görmek istedi.
Gördüğünde de halen hayretler içindeydi ve bunu nasıl yaptığını sordu. Çocuk: "Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı. İnsanı düzelttiğim zaman dünya kendiliğinden düzelmişti" dedi.
Evet, insan düzeldiği zaman da ilk göze çarpan yönü sevmeyi ve sevilmeyi yaşamasıdır. Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: “Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?” Diye sorunca: “Bakın göstereyim demiş”, ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönüllendirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da "derviş kaşıkları" denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş: "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş.
-" Peki demişler" ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine: "Şimdi" demiş ermiş, "sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe"… Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa: “Buyurun" deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş.
Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. İşte demiş ermiş: "Kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz ve şunu da unutmayın! Gerçek pazarında alan değil, veren kazançtadır daima."
Selam ve muhabbetle…