Hiç dert olduğu için “Elhamdülillah denir mi?” dediğinizi duyar gibiyim. Derdi dünya olanın, dünya derdi olur., derdi dünya olmayan ise derdine hamd eder.
Bu mânâda dert sahibi olabilmek de bir nasip meselesi. Mağdur ve mazlum İslâm Coğrafyasını ve çevremizde şehrimizde garip guraba, fakir fukara öğrencileri ve haksızlığa uğramış kardeşlerimizin dertleriyle dertlenip bir şeyler yapmanın yollarını arıyoruz; kavlî dûa ederken fiiliyata da geçirmeye çalışıyoruz bir genç olarak. Güncel Filistin konusu hepimizin müşterek derdi: Elhamdülillâh. Kardeşlerimiz zulüm altında, canlarına, namuslarına, mallarına halel getiriliyor ve dünya seyrediyor. “Ne yapabiliriz ki ?” cümlesini çok duyuyoruz, bu bizi kavlî dûadan alıkoymamalı öncelikle ve yanı sıra en azından maddî anlamda da infak etmeliyiz. Bizim yaptığımızdan ne olur diye düşünmeyelim, Hazret-i İbrahim (a.s.) ateşine su taşıyan karınca misali, safımız belli olsa yetmez mi? Bir şeyler yapmamız elzem, bizler diğerkâm bir neslin, ecdâdın torunlarıyız diye kendimizi tarif ederken, acaba hodkâm mı olduk? Bu soru da derdim benim, gençliğim kadar yaşı olan bir derdim hem de! Geleceğin teminatı olarak biz gençlerin azımsanmayacak bir kısmını heva heveslerimiz ile uğraştırıyor gepenç nefslerimiz. Seksenli doksanlı yıllarda amansız bir mücadelemiz olduğunu dinliyoruz büyüklerimizden… Önümüze bakmamız lâzım; buradan Konyamızın. Bu güzel şehrimizin her biri birbirinden kıymetli hizmetlerini yüklenmiş, Vakıf-dernek tüm STK yöneticisi büyüklerimize ve kardeşlerimize seslenmek istiyorum. Mevcut metotları güncellemeliyiz. Önyargı ve tabularımızı yıkmalıyız, ciddi eğitim şûraları ve istişare programları yapmalıyız. Amasız fakatsız çalışmadan, gayretten bahsediyorum; çay muhabbetlerinde sloganvari cümleler sarf ederek zamanı israf etmek! Bunu yerine “gençliğe nasıl sahip çıkabiliriz?” ya da “gençlik kendine nasıl sahip çıkar?” istikametinde feveran etmeliyiz, gündem etmeliyiz. Biz gençlerin kulak verilmeye, dinlenilmeye ihtiyacımız var, derdimizin dert edinilmesine, derdimizin dert edinilenlerince yürekten “Elhamdülillâh” denilmesine ihtiyaç var. Bizler, bugünün gençleri yarınların anne ve babaları olmaya namzediz. Enkaz olma ya da enkaz devralma yolunda ilerlemek istemiyoruz; merhum Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in dediği gibi “bir gençlik istiyorum, sağına soluna bakmadan ben varım diyebilen bir gençlik’” hitabına maruzuz. Bu hitabın gereği olarak bizler buradayız, bir yere hele de yurdumuzun dışında, yalan yanlış bir yere gitmek istemiyoruz, dünyanın peşinden koşmak istemiyoruz. Ancak, büyüklerimizin de elimizden tutması bize ivme kazandıracaktır. Niceliksel ve niteliksel boyutta, entelektüel müslüman gençler olarak yetişmek istiyoruz. Modernitenin getirdiği en büyük zararlardan bir tanesi ben merkezli hayatlar, oysa ki “komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir” diyen kutlu peygamberimizin ümmetleriyiz. Sadece maddi anlamda değil manevi anlamda da bir birimizden mesulüz. Bizleri koyun kaderine terk etmeyin diye bir çağrım var: kendi bacağından asılır her koyun deyip kenara çekilmeyin, yaşça, imkânca, y/etkice büyüklerimiz. Genç müslümanların, gençliğin ve müslümanlığın gereğini yaşamaları sizin derdiniz ve vebalinizdir. Bizlerin, İslâm dairesinde şuur odağında yeniden canlanmamız gerekmiyor mu? Tebliğle ve tatbikle mükellefiz ancak, Peygamberî bir lisanla yargılarmışçasına gibi değil velhasıl “Allah (c.c.) dünya ötesi derdimizi artırsın, Rabbimiz bizlere rahmet etsin” diyeceğim de “Öldük mü?” diyeceksiniz belki de… Allah’ın rahmetine hepimizin, en çok da yaşayanların yani bizlerin ihtiyacı var…
Devrân olur derde dermân
Küllerim savrulur harmân
Bırak beni yanam amân
Allah Allah Sübhânallah
Her derdlere dermân Allah
Allaha Emanet olunuz