Emeklilik ve yaşam standardı

Nimet Dönmez

Emeklilik her ne kadar yıllarca planlanan ve iple çekilen bir durum olsa da, gelip çattığında kişi kendini yıllardır alışık olduğu bir hayat çizgisinin dışında bulur. Ülkemizde daha çocuk yaşlardan itibaren kişilere, kendilerine toplumda yer kazandıracak, iyi bir kazanç ve statü sağlayacak hedefler gösterilir. Başkalarının gerisinde kalmamak, kimselere muhtaç olmamak, kendisine gösterilen hedefe ulaşmak için iyi bir öğrenci olmalı, filan okula girmeli, derslerinden başka bir şey düşünmemelidir. Daha sonra bir işe girmek, belirli bir para kazanmak, düzgün bir yaşam standardı elde etmek, bir de unvan sahibi olmak bir anlamda başarıyla eşanlamlıdır. İnsanlar hayatlarını değer verdikleri amaçlara ulaşmak için değil de, olumsuz koşullardan kaçınmak için yaşarlar. Sabahları onları uyandıran saatin zil sesi bir alarm vermektedir: İşine geç kalırsa cezalandırılabilir. Başarı, “olmak” olarak algılanır, “yapmak” olarak değil. Oysa başarı, “hayat amaçlarına” ve “varlık nedenine” hizmet edecek bir şeyler yapmaktır. Bunu başaran insanları sabahları uyandıran saatin zili ise fırsatları haber vermektedir. 

Başarıyı bir işe sahip olmak, ailesinin geçimini, sosyal ihtiyaçlarını, kendini gerçekleştirmeyi ve kimliğini işinde bulan kişiler, emeklilik anı geldiğinde, yalnızca aylık gelirlerini değil, mevkilerini, toplum içindeki “itibarlarını”, çalıştığı yere ait olma duygusunu, günlük temposunu ve hatta “başarılarını” da kaybeder. Sudan çıkmış balık gibi, ne yapacağını şaşırır. Emeklilik, kişinin kendini içinde bulduğu, hayatına anlam veren, işinin dışında varlığını zenginleştiren ilgi alanlarını sürdürebildiği yeni bir dönem olmalıdır. Gerek iş yaşamı boyunca, gerekse ilerleyen yaşlarda, bilinçli bir çaba ve profesyonel bir destekle kişinin kendini iyi tanıması ve geliştirmek istediği değerlerinin farkında olması sağlanmalıdır. Yeni bir yaşama geçişte uyum gücü ve düzeyi, en temel belirleyicidir. Beklenilenin dışındaki zorluklarla başa çıkmanın önkoşulu, alışılmış tutumları, davranışları ve yöntemleri mercek altına koymak, objektif ve güvenli ölçütlerle değerlendirebilmektir. Gelecekle ilgili resmimizi sadece beklentilerimize dayanarak değil, bu değerlendirmelerle paralellik kurarak çizmek uygun olur. İnsanın hazırlıklı olduğu bir durumda bile, değişen şartlara uyum sağlaması bir çaba gerektirir, bilgi ve desteğe ihtiyacı vardır. Yeniliğe ve değişime uyum sağlanabildiği düzeyde denge sağlanır. Burada bireysel ve sosyal ihtiyaçlar, kişilik özellikleri, hayata ilişkin beklenti ve değerler, mesleki yetkinlikler, tecrübe ve ekonomik durum, farklılık yaratan önemli değişkenlerdir.  Toplumsal değişme ve gelişme sürecinde; geniş ailenin çekirdek aileye dönüşmesi, kadının çalışma yaşamına katılması, gelenek, kültür ve değerlerin değişmesi, coğrafi hareketlilikteki artış, sağlık alanındaki gelişmeler, kentleşme, eğitim düzeyinin yükselmesi, sosyal güvenliği olan kişi sayısının artması, aile değerlerinin farklılaşması, aile üyelerinin yükümlülüklerin azalması ve ortalama insan ömrünün uzadığından yaşlı nüfusun artması nedeniyle, yaşlılık çok yönlü bir sosyal sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. 

'İnsan nasıl yaşadıysa, öyle yaşlanır’ sözü, bireyin, önceki yaşantıların yaşlılık dönemine taşındığını özetler. İnsanın yaşadığı toplumun değerleri ve kalıp yargıları, o toplumun parçası olan bireyi şekillendirir. Yaşlı insanlara karşı davranış ve tutumlarımızın “Yaş yetmiş, iş bitmiş”, “Ağaç yaşken eğilir”, “Kurt kocayınca, köpeğin maskarası olur”, “Eşek kocamakla (büyümekle) tavla başı olmaz”, “Çaptan düşmek”, “Çürüğe çıkmak”, “Okunu atmış, yayını atmış”, “Ununu elemiş, eleğini asmış”, “Elin ermez, gücün yetmez” , “Ele şenlik olursun”, “Artık köşende oturma zamanı” , “Yaşından utanmıyorsan, ak saçlarından utan!” gibi atasözü ve deyimlerle belirlenen bir toplumda, yaşlılığa olumsuz bakış açısı geliştirilmesi doğaldır.

Her yaşın kendine özgü özellikleri olduğu unutulmadan, yaşlı bireylerin bağımlı, salt tüketici konuma girmeleri engellenerek, güçleri, eğilimleri ve potansiyelleri doğrultusunda yaşamlarını sağlıklı ve aktif olarak sürdürmeleri desteklenmesi gerekir. Geçmiş yaşantısında yaşam doyumu yüksek bireylerin üretkenliklerini yaşlılık döneminde sürdürmelerinin sağlanması önemlidir.

Emeklilerin gazete, dergi ve kitap okumak, TV izlemek, gezilere çıkmak, çiçek yetiştirmek ve bahçe işleri gibi küçük tarım işleri ile uğraşmak, mesleki dernek faaliyetlere katılmak, kahvehaneye gitmek ve koleksiyon yapmak gibi faaliyetlerle uğraştıkları, faaliyet tercihinin cinsiyete göre değiştiği, Sağlık durumu ve depresyon arasında ilişki olduğu, sosyal çevrenin daralmasının depresyona neden olduğu,  Ekonomik koşulların nedeniyle çalışma gereği duyanların oranının azımsanamayacağı,  Öğretmen, hemşire, doktor gibi profesyonel mesleği olanların % 49’unun emeklilikte çalışmayı sürdürdükleri, mesleki bağlantılarını korudukları,  eğitim düzeyi yüksek olanların boş zaman fırsatlarını aktif değerlendirdikleri,  kadınların genellikle ev işleri ile uğraştıkları, torunlarına baktıkları,  Her 4 kadından 1’inin gönüllü kuruluşlarda çalıştığı, her 5 erkekten 1’inin yeniden işe girdiği, kadınların emekliliğe erkeklerden daha kolay uyum sağladıkları, erkeklerin sosyal ilişkilerinin azaldığı, saptanmıştır.

Yaşamla ölüm arasına sıkışan zamanın ne kadar olduğunu bilmeden sürdürdüğümüz yaşamımızda emeklilikte de verimli ve huzurlu bir yaşamın sürdürülebilmesi için devletin koşulları iyileştirici çalışmaları bir an önce başlatması gerekiyor.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.