Havada bitmeyen bir huzursuzluk ve sıkıntı rüzgârı var. Tüm gündemimiz aynı…
Malum Korona Virüsü.
Tüm yazı başlıkları, sosyal medya mesajları, televizyon programlarında gündem aynı. Olması gereken de bu. Olan ve henüz bitemeyen bir olağanüstü durum var yaşamımızda. Belki de orta yaşını geçenler bile böylesi bir durumla şimdiye dek karşılaşmadılar. Tüm dünyada, sosyal tarihin değişime uğradığı günlerdeyiz. Tanık olmak istesek de istemesek de bu olayın içindeyiz hepimiz.
Örneğin daha önceki yazılarımda bahsetmiş olduğum yeni nesil çalışmaları belki de tamamen evrimleşecek korona günlerinden sonra. Nasıl mı? Çok değil bundan birkaç ay öncesine kadar gençlik hakkında yapılan araştırmaların mihenk noktası şu olurdu: Yeni nesil, şimdiye kadar savaş, kıtlık ve salgın hastalıklar gibi sıkıntılar görmedi. Maddi imkânların çokluğu ve güven ortamı onların olağan yaşamının parçasıydı. Alabildiğine özgürdüler ta ki şimdiye dek…
Konuyu önemsemeyenler oldu (maalesef hâlâ var) ya da fazlasıyla panikleyip işi istikrarlı düşünemeyecek duruma getirenler oldu. Bu iki grup arasında ise sağlıklı düşünmemiz giderek zorlaşmaya başladı. Özellikle sosyal medya tam bir ”endişe tetikleyici” hale geldi. Çalışmak zorunda olup işe gitmek zorunda kalanlar ve çocuklar ise bu endişeden en büyük payı aldılar.
Sosyal hayatımızı (olması gerektiği şekilde) yavaşlatmaya başladık. Evlerimiz artık tıpkı eskiden olduğu gibi yeni hayatımızın baş-tacı oldu. Bizim neslimiz için gayet normal olsa da, bu durumu genç nesil özgürlük kısıtlaması gibi algıladı. Hatta yine sosyal medyanın etkisiyle felaket senaryolarını gündeme getirmeye başladılar. Çünkü bu senaryolar onların dünyasına yabancı değildi. Gerek bilgisayar oyunları gerekse geleceği karanlık gösteren felâket filmleri ve dizileri, onların zihninin gerçekliğini değiştirmişti zaten bu güne kadar.
Ve tüm bu güvenli yaşamın içinde ölüm ve varoluş düşünceleri ile karşı karşıya kaldık hepimiz. Endişemizin en büyük payı buradaydı. Bu konuları daha önce gündemimize pek almamıştık belki de.
Endişenin ikincil nedeni ise; modern dünyanın durmadan bize dikte ettiği olmazsa olmaz gibi gösterilen yaşam biçimlerinden mahrum kalmaktı. Gerçekte “olmazsa da olur” olan sosyal faaliyetlerden uzak kalmak, kendimizi durmadan gündemde tutup, alınan beğenilerin bağımlısı olduktan sonra birdenbire bu dünyadan uzak kalmak…Kendimizi değersiz ve boşlukta hissetmemize neden oldu. Birkaç gün gibi kısa bir sürede, dışardaki tüm faaliyetlerimizden uzak kaldıktan ve kendimizle baş başa kaldıktan sonra ne yapacağımızı bilemez duruma geldik. Çünkü daha önce kendimizle hiç yalnız kalmamıştık. Sessizliğin içinde, hızla koşmamız gerekmeden öylece bekleyerek ne yapılır hiç bilmiyorduk. Örneğin (eğer akademisyen değilsek) bir konu hakkında bilgi toplayıp düşünmeyi veya kitabımızın satır aralarına girerek düşünmeyi veya evimizin bahçesindeki ağaca dalarak tefekkür etmeyi hiç düşünmedik. Çünkü yoğun hem de çok yoğunduk. Dakika hesapları yaparak oradan oraya koşmamız gerekiyordu. Bunu yaparken doğayı, hayvanları, bitkileri, atmosferi, yardıma muhtaç insanları ve hatta ilgiye muhtaç kendi aile bireyimizi bile hiç düşünmedik.
Şimdi ise elinden oyuncağı alınan çocuklar gibi evde oturmamız gerekiyor. Eğer kendimizi ve aile bireylerimizi düşünüyorsak buna mecburuz da. Öyleyse belki bu can sıkıcı zorunluluk, hayatın akışı içinde bir şeyleri olumlu yönde değiştirmemize vesile olabilir belki.
Bu dönemde, neler okumalıyız neler düşünmeliyiz sorusu ise herkesin kendine özeldir. Bu konuda herkesin fikri kendinedir. Herkes ruhsal gelişimine göre bu sorunun cevabını verebilir ancak.
Naçizane bir tavsiyem şu olur sadece. Bu günlerde pek çok yayınevi kitaplarından öyküleri ve bazı edebiyat ve sanat dergileri de eski ve yeni sayılarını internetten ücretsiz okumalara sundu. Türkiye ve Dünyanın çeşitli ülkeleri de çoğu müzelerini ve sanat galerilerini internet üzerinden gezme imkânı sunuyor. Bunun dışında elbette ilgi alanına yönelik videolar, sunumlar, uzmanların konuşmaları da takip edilebilir. Her bir konunun kapısını açtıkça bu liste uzar mutlaka. Bu da teknolojinin olumlu yanı olsa gerek.
Daha düşünceli, daha erdemli, daha vicdanlı ve daha mutlu olma yolunda vesile olsun bu yavaşlık günlerimiz.
Özellikle içinde olduğumuz mübarek üç aylarda; Ülkemiz, İslam Coğrafyası ve Tüm Dünyanın sağlıklı günlere erişebilmesi hepimizin ortak duasıdır.
Umudunuz Daim Olsun…