Gencecik üniversite öğrencisi, tıp fakültesi ikinci sınıf talebesi geçtiğimiz günlerde geride bir not ve video bırakarak intihar etti. En başta ailesi olmak üzere arkadaşlarını, öğretmenlerini, akrabalarını, bizleri ve tüm milletimizi üzdü. Videodan ve babasının anlattıklarından anlaşılıyor ki; Enes ailesinin yanından tıp fakültesinde okumak için ayrıldıktan sonra en az bir yıl maneviyattan yoksun olan arkadaşlarıyla birlikte kalmış, son üç veya üç buçuk ayını cemaat evinde geçirmiş bulunuyor. Dindar ailesi, özellikle babası Enes’i önceki arkadaşlarından ayırıp cemaatin evine yerleştirmiş. Ailesi inançlı olduğundan çocuklarının dünyevi hayatını düşündükleri gibi, ebedi saadetini de temin edecek olan Kur’an tefsirlerinin okunduğu, iman hakikatlerinin mütalaa edildiği, güvenilir bir çevrede eğitimini tamamlaması için onu cemaat evine yerleştirmişler. Ancak Enes’in bu konuda isteksiz olduğunu, hiç istemediğini ancak bunu ailesine açıkça bildirmediğini videosundan öğreniyoruz.
Hatta kız kardeşlerinin de kendisi gibi baskı altında olduğunu iddia ediyor! İslami yaşantıdan hoşlanmadığını ifade ediyor. Aynı zamanda iman konusunda problemi olduğunu ibadetlere ve toplantılara istemeyerek katıldığını anlatıyor. Enes yanında kaldığı cemaatin okuduğu tefsirlerden bir imanı bahsi isteyerek ve “Bu kitap bana hitap ediyor” diyerek, benimseyerek ve Allah için nasıl faydalanabilirim niyetiyle okusa belki de intihar etmekten vazgeçebilirdi. Bilemiyoruz!
Ayrıca diğer videosunda tıp fakültesindeki komitenin birinden zayıf aldığını bu şartlar içinde fakülteyi zor bitireceğini, bitirse bile “TUS ihtisas sınavları” ve devamını getiremeyeceğini ifade ediyor. Fakülteyi bitirse bile görev alamayacağını düşünüp karamsar bir tablo çiziyor. Psikolojik olarak bittiğini ifade ediyor. Videodan Enes’in içe kapanık bir kişiliğe sahip olduğunu anlıyoruz. İçinde bulunduğu durumu ailesine veya beraber kaldığı ev arkadaşlarından birine açıkça anlatabilseydi, onlar ümit ediyorum ki kendisi için bir kolaylık bir çözüm üretirlerdi. Diğer taraftan fakülte hocalarına önemli görevler düşüyor.
Üniversitelerin tıp fakültesi, diş hekimliği fakültesi hatta bazı mühendislik fakültelerinin ders programları oldukça yüklüdür; mevzuat çerçevesinde üniversite sınavını kazanıp gelmiş çocuklar normal şartlarda bu fakülteleri rahatça bitirebilirler, ancak bazı özel durumları olan öğrencilere mevzuat çerçevesinde zorlaştırıcı değil kolaylaştırıcı çözümler üretilebilir!
Ailede biz anne ve babalar kendi çocuklarımızla sağlıklı ilişkiler kurmaya çalışmamız gerekmektedir.
Aile büyükleri ve ebeveynler olarak gençlerimizin güvenini kazanıp şu karışık ortamda onlara her yönden yardımcı olmamız gerekiyor. Rabbim cümlemizi bu ve diğer konularda muvaffak etsin. Amin.
Enes’in bu karamsar tabloyla karşılaşmasında önceki arkadaşlarının ve ülkemizi kaostaymış gibi gösteren, dış kaynaklar tarafından maddi ve manevi beslenen, bir kısım basın, yayın ve medyanın asılsız ve karamsar yayınlarının da rolü büyüktür kanaatindeyim. Ülkemiz nice badireler atlattı önümüze getirilen bu suni engelleri de kolayca atlatabilir inşallah.
Evvela dünyada her yıl ortalama 800 bin kişi muhtelif sebeplerden intihar etmekte olup, Ülkemiz 112. sırada yer almaktadır. 2018 Yılında TÜİK verilerine göre ülkemizde 3.161 kişi hayatına son vermiştir. İslami şuur arttıkça dinimizin en büyük günahlardan saydığı intihar olaylarının da azalacağı muhakkaktır.
Allah’a ve ahiret gününe inanan, dünyayı bir misafirhane bilen bir mümin, buradaki musibetlerin ve hastalıkların geçici olduğunu bilir, mutlaka bir mükâfatı olacağına inanır. Elbette sonsuz kudret sahibi olan Rabbimize dayanıp ondan yardım isteyip İslam’ın yasakladığı intihara kalkışmaz. Çünkü İslam’a göre vücudumuz bize emanettir organlarımız, kalbimiz, aklımız ve şuurumuz, hayatımız bize emanettir. Bizler istediğimiz zaman hayatımıza son veremeyiz. Zorda ve darda kaldığımızda öncelikle yakınlarımızdan yardım alabileceğimiz gibi, yakınlarımız dahil her şeyin yaratıcısı olan, her an ezel ebed sultanı alemlerin rabbi olan Allah’a dayanıp bulunduğumuz kötü durumlardan kurtulabiliriz, İnşallah. Müslüman kişi zorda ve depresyonda kalmadıkça, psikolojik hasta olmadıkça ebedi hayatını tehlikeye atmaz.
Vakıf ve dernekler olarak özellikle İslami hüviyetteki kurum, kuruluş ve yapılanmaların gönüllülük ve emaneti ehline bırakmak esasına göre çalışmalarının temini gereklidir. Ve devletin ilgili kurumlarının maddi ve manevi bu kurum ve kuruluşların kendilerini geliştirmeleri için olumlu katkıları ve olmalıdır.
Vakıf ve dernek yöneticileri, özellikle yurt müdebbirleri ve idareci pozisyonundaki kişilerin mesleğinin ehli, problem olan değil problem çözen, yapıcı ve şefkatle yaklaşan kişilerin olmasına gayret göstermelidirler.
Enes Kara’nın videosu internete düşer düşmez koparılan yaygaralara bir bakın!
Bu münferit olay üzerine cemaatlerin ve sahip oldukları vakıf ve derneklerin hemen kapatılması gerektiğini söyleyenler, İslam’ın ve imanın temel esaslarına karşı çıkanlar, tekke ve zaviyelerin kapatıldığını hatırlatanlar! Ülkemizin tarikatların ve şeyhlerin memleketi olmadığını söyleyenler! Mevcut iktidarın tarikatlar tarafından parsellendiğini iddia edenler! Bunların içinde en enteresan gördüğüm şey ibadet etmenin sadece “imamların” ve “din görevlilerinin” yapması gereken bir vazife olup doktorların mühendislerin ve öğretim üyelerinin yapmaması gerektiğini iddia etmektir. Bir imam bir din görevlisi kalp akıl ve ruh taşıyor da, doktorlar, mühendisler ve öğretim üyeleri taşımıyorlar mı? Onlar akıllarını fen ilimleriyle kalp, vicdan, ruh ve duygularını din ilimleriyle doyurmak zorunda değiller mi? İnançsızlığın hakim olduğu bu zihniyet yeniden hortluyor mu?
Son yaşadığımız İzmir Depreminde inşaat mühendisinden müteahhidine ve belediyenin denetleyicilerine kadar sınıfta kaldığımız belli olmadı mı? Mesleğini güzelce ifa edenleri tenzih ederim. Onlar her türlü takdire şayandırlar! O halde her meslekte her işte; hem kanun ve yönetmeliklerimiz düzgün olmalı, hem de insanımız vicdani değerler taşımalıdır. Allah sevgisi ve ebedi cennet inancı ile Allah korkusu ve cehennem gibi daimi bir cezaevinden her Müslüman haberdar olmalı, böylelikle hem dünyamız hem ahiretimiz mutlukla dolsun. İbadetlerde kalbin ruhun aklın bir rahatı olup cisme de bir ağırlığı yoktur. Aksi iddiada bulunanlar herkesi kendileri gibi taş kalpli mi zannediyorlar! Rabbim cümlemizi bu yanlış yollara sapmaktan muhafaza etsin. Amin.
“Bir kaşık suda fırtına koparmak” isteyenler birkaç kişi olmayıp bir komite (bir grup) duruşu sergiliyorlar. Son yıllarda bu gruplar gençlerimizi dini değerlerinden uzaklaştırıp Ateizmin, Deizmin, Materyalizm ve iflas etmiş Komünizmin vicdansız ve karanlık denenmiş ve insanlığa huzur vermeyen çıkmaz sokaklarına davet etmeye çalıştıkları anlaşılıyor. Enes Kara olayına bir de bu açıdan bakıp; yeni yetişen nesillerimizi kendi iman değerlerimizle, aklını fen ilimleriyle doyururken, kalbini vicdanını imanla, nurla, din ilimleriyle doyurmalıyız ki taassup (bilinçsiz, körü körüne inanmak) ile maddeciliğin şüpheci (Yaratılmış her şeyi yaratıcıya vermeyip, tabiatın, tesadüfün ve sebeplerin yaptığına inanmak) ve dinsiz hücumlarına karşı dayanabilsin. Çift kanatlı kuşlar gibi ülkemizi ve insanlığı barış ve mutluluk dünyalarına taşıyabilsinler. Bu iman hakikatlerinin tüm gençlerimize verilebilmesinin yolu, “Gençlik Rehberi” ve “Asay-ı Musa” gibi İngilizce ve Arapça dahil elli beş dile çevrilmiş “İman hakikatleri’nin”, okullarımızda ders kitabı veya yardımcı ders kitabı olarak kabul edilmesinden geçer. Ayrıca bu ve benzer eserlerin Özellikle Bediüzzaman’ın “Mektubat” ve “Sözler” isimli eserinin de Kültür Bakanlığımızın “Bin bir Eserler” serisine bir an önce dahil edilmesi gerekmektedir. Böylelikle gençlerimiz asrın anlayışına göre olayları ve fikirleri sağlıklı değerlendirip İslamiyetle bağdaşmayan çıkmaz sokaklara girmesinler.
Bu vatanın bu toprakların temeli ve temel harcı; Osmangazi ile beraber Şeyh Edebali’lerle, Fatih Sultan Mehmet’le beraber Akşemseddinler ve Molla Güranilerle, Selçuklularla birlikte Mevlana ve Şemsi Tebriziler ve Sadreddin-i Konevilerle asırlardan beri birlikte ve beraberlikte atılmıştır.
Bazı kişi ve grupların, eski tek parti devrinden kalma dindarların dini yaşantılarına müdahale eden, hatta Kur’an öğrenmeyi ve öğretmeyi yasaklayan yasakçı tavrı devam ediyor. Her seçim döneminden önce dindarların oylarını almak için yalandan dindar ve dine saygılı görünürler. Halbuki bu zümreler, dindarları ötekileştirip her fırsatta ülkemizin içinde kaos oluşturmanın planlarını yapmaktadırlar.
O tek Parti devrinin tüm baskılarına rağmen iman hakikatlerini yazdığı tefsirle neşreden Üstad Bediüzzaman Said Nursi ve Nur talebeleri mahkemeyle adliyeyle ilişiği hiç olmayan milyonlarca inançlı temiz ve istikametli bir cemaat oluşturmuş olup, okudukları tefsirler ise Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinden bin beş yüz kere berat kararı kazanmış eserlerdir. Aralarında profesörler dahil bilir kişilerin bulunduğu, yüzlerce konu uzmanının takdir ve raporlarıyla Nur Talebelerinin İman hakikatlerinden ve İslam’ın özelliklerini ve güzelliklerini neşretmekten başka bir gayelerinin olmadığı sabitleşmiştir.
Daha önce Konya’mızın ilçesi olan Ermenekli Üstad Said Nursi’nin talebesi Zübeyir Gündüzalp Kur’an tefsiri Risale-i Nurları neşrettiği için verildiği 1948 yılında Afyon Mahkemesindeki savunmasında bakın neler söylüyor: “Sayın Hakimler teessür ve ızdırap karşısında kalpten bir parça kopsa idi, bir genç dinsiz olmuş, haberi karşısında o kalbin atom zerratı adedince paramparça olması lazım gelirdi. İşte vereceğiniz beraat kararı; İslam Gençliğinin, İslam Dünyası’nın bu dehşetli afetten tesirli bir şekilde kurtulmasına sebep olacaktır. Ve beni Bediüzzaman’a ve onun eserlerine kopmaz bir bağla bağlayan saikten biri budur.” Bu mahkemeden berat kararı almıştır. (2)
Üstad Bediüzzaman Said Nursi ise şöyle demiştir: “Bir tek gayem vardır: O da mezara yaklaştığım bu zamanda, İslam memleketi olan bu vatanda Bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses, Alem-i İslam’ın iman esaslarını zedeliyor. Halkı bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek, gençleri ve Müslümanları imana davet ediyorum. Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Bu mücahadem ile inşallah Allah huzuruna girmek istiyorum, bütün faaliyetim budur. Beni bu gayemden alıkoyanlar da, korkarım ki Bolşevikler (Komünistler) olsun. Bu iman düşmanlarına karşı mücadele açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest bırakınız, el birliği ile komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah’ın birliğine hizmet edeyim. (3)”
KAYNAKÇA
1)-İşaratül İcaz, Bediüzzaman Said Nursi, Bakara suresinin tefsirinden alınmıştır.
2)-Şualar, Bedizzaman Said Nursi, Afyon Mahkemesi müdafaası, sayfa 443
3)-Ondördüncü Şua, Başbakanlığa ve Dahiliye (İçişleri) Bakanlığına hitaben yazılmıştır.