Geçenlerde Ülkem şartlarında büyük denilebilecek ebatta bir tarım işletmesi sahibi olan ve tüm işlerini çocukları ile beraber yapan ziraat mühendisi bir arkadaşımla görüştüm. Konu malum; tarımın genel meseleleri, enflasyon, girdi maliyetler, yem temini ve et meselesi. Tarımın tam merkezinde olan bu arkadaş “bazı konuları anlamakta zorluk çekiyorum” diyerek sitem etti.
Kendisi iyi bir teknik eleman (ziraat Mühendisi) olması yanında iyi de bir işletmeci. Bu arkadaşımla enflasyon, gıda fiyatları artışının durdurulamayışı ve özellikle de et meselesi hakkında konuştuk. Bu konuları sıcağı sıcağına ele almamızın ana sebeplerinden biri de arkadaşımın sektörünü çok iyi bilmesi ve piyasanın içinde olmasından kaynaklanıyordu.
Şu iyi bilinsin ki, tarımı herkesin konuşuyor olmasının ana sebebi, tarımın çıktısı olan gıdanın herkesi alakadar etmesidir. Öyle de olsa tarım politikaları ve sektör ile genel ekonomiye yansımalarının konuşulması herkesin harcı olmamalı ancak bilen-bilmeyen, doğru-yanlış herkes konuşuyor.
Gıda fiyatlarının artışından kimse memnun olamaz, olması da beklenemez. Şöyle geriye dönüp, yani 2023 yazına, üretimin tamamlanıp, depolara, ambarlara, silolara yerleştirilen tarım hammaddelerine bakalım. Bir sene öncesine nazaran 2023 ürünlerinin çoğuna yüksek taban fiyatı verilmemiş, bu sebeple 2023-24 sezonunda et ve süt ürünlerinin çok da yükselmeyeceği konusu tartışılmaya başlanmıştı. Durum öyle olmadı, 2023 sonu, 24 başlangıcı ile yani memur zamlarının konuşulması ve verilmesi ile birlikte, birçok sektörde olduğu gibi tarım ürünlerine de haksız zamlar yağmaya başladı.
Derler ya, “yağmurun geleceği bulutlanmadan bellidir”, öyle de oldu. 3-4 aydır et ve süt ile ürünleri diğer gıdalara oranla üzerinde en çok durulan ve gerçekten de fiyatları en çok artan birim oldu. Bu arada ülkemin büyükbaş ve küçükbaş hayvan varlıkları da biliniyordu. İfade edildiği kadarıyla hayvan varlığımız bu tüketim sezonunu karşılayacak durumda idi. Burada konu gelip fiyat artışları ve hayvan varlığının yeterli olup olmaması arasında gidip geliyordu. Ancak işin unutulan veya üzerinde durulmayan, yanı ahlak ve iş arasında ki bağın ciddiye alınması ve bunun iyi okunamaması idi.
Arkadaşımın tam da üzerinde durduğu konu buydu: iş ahlakı. Genel ahlak, kul hakkı, alın teri, helal kazanç nedir düşünmeden, doğru-yanlış yoldan çok kazanma, kısa zamanda köşeyi dönme, hırs; daha ne diyelim, ancak durum anlaşılıyor. Arkadaşım da insanımızın ciddi anlamda bozulduğunu vurguladı.
Durum tek taraflı da değil, üretimin merkezi olan ve en çok da bu kesimin karlı çıkmasını hak eden çiftçi değil, esas artışı yapan stokçular ve dağıtıcıların daha çok kazandığı ifade ediliyor. Çoğunluğu Müslüman olan bir toplum ve üreticisinden-tüketicisine kadar yozlaşmış ve çürümüşlük hâkim.
Son yıllarda tarihimiz, kültürümüz ve inanç değerlerimize yakışmayacak nitelikte, eşine az rastlanır iftiralarla saldırılmaktadır. Son 20 yılda ülkemde ciddi gelişmeler ve zenginlikler olmasına rağmen, sanki birilerinin tetiklemesi ile beklenenin aksine Devletimiz ve varlığımızı derinden sarsacak saldırılar görülmektedir. Bunu da ne yazık ki kendini muhafazakâr-milliyetçi sayan bazı kesimler de yapmakta; üreticisinden, esnafına, dağıtıcısından tüketicisine, fırsatını bulan muhatabını soymaya çalışmaktadır. Yani her türlü konunun çözümü için önce ahlak, sonra insaf ve vicdan sahibi olmak gerekmektedir.
Et-süt ve ürünleri için çözüm yeterli yağış ve sulamalı ortamda öncelikle yerli imkânlarla ucuz yem ihtiyacını karşılamasıdır. Bu da kısa zamanda bu pek mümkün olamayacağına göre, birkaç ay sonra gıda enflasyonu ile et-süt konusunun mevcut imkânlarla dahi yerine oturacağı görüşüne varıldı.
Konuya bakışı Immanuel Kant’ın güzel bir sözü ile bağlayalım. “Aklımda merak ve saygı uyandıran iki şey vardır: Üzerimdeki yıldız gibi parlayan cennet ve içimdeki ahlak yasası”.