Henüz ilk çeyreğini dahi tamamlamamış olan yüzyılımızın öncekilere oranla çok daha ileri seviyede, belki aklın ve hayalin sınırlarının zorlanacağı gelişmelere gebe olduğunu söylemek mübalağa olmaz sanırım. Teknoloji, daha önce hiç olmadığı kadar hızlanmış; ulaşım araçlarının, internetin, kişisel telefonların en hızlısı makbul hale gelmiş ve hayatın her ânında hızın eşlik ettiği bir yenilik düşüncesi hâkim olmuştur.
Yeni olana rağbet etmek, sürekli bir arayışın çocuğu olarak yenilik düşüncesine bağlı olmak, hayatta olduğu kadar sanatta da istenen/beklenen bir tavırdır. Sanatçı, zekâsını ve hayal gücünü her dem taze tutmak için sınır tanımaz bir tecessüsle, kovanını en tatlı balla doldurmaya çalışan bir arının hoş kokulu çiçekleri aradığı gibi arar yeniyi. “Aramaz ki bilsin, bilmez ki arasın. Arasa bilirdi, bilse arardı.” şeklinde formüle edebileceğimiz bir duruma düşme lüksü yoktur sanatçının. Yeniliğe böylesine meftun olan sanatçının aklından çıkarmaması gereken şey ise, her yeni olanın, eskinin (eskimeyenin demeliyim) bir tür dönüşüme tabi tutularak yeniden üretilmesi sonucu ortaya çıktığıdır. Eski ile yeni arasındaki bu ilişkinin bilgisinden mahrum olanın sanatta kalıcı olma ihtimali yoktur.
Mimar Sinan, Selimiye’deki mükemmelliğe ulaşana dek yalnızca Şehzadebaşı’nın ve Süleymaniye’nin tecrübelerinden değil, doğuda ve batıda vücut bulmuş bütün bir mabet mimarisinin bilgisinden de faydalanıyordu. Beethoven, klasik müzikte romantik dönemi başlatan bu büyük müzisyen, 9. Senfoni’nin başarısını sadece olağandışı yeteneği ve sabırlı çalışmasına değil, belki daha fazla Bahc, Haydn ve Mozart’ tan tevarüs eden köklü bir müzik geleneğine borçludur. Leonardo Da Vinci, şaheseri Mona Lisa’ya giden yolda, gece yarılarına kadar süren anatomik çalışmalarının yanında, insan bedeninin sahip olduğu ideal bir orandan ilk defa bahseden Vitruvius’un birikimini kullanıyordu. Yahya Kemal, Türk şiirinin son büyük sesi, yaşadığı dönemde yeniliğin imkânlarından (Sembolizm ve Parnasizm) son haddine kadar yararlanırken, bunu bir kopuş noktasına getirmemiş, aksine eskiyle yeniyi mezcetmesini bilmiştir. Görüleceği üzere sanat eseri, bir taraftan daima yeniliğe açık olmak zorundayken, diğer yandan kadim olanın mirasına muhtaçtır.
Radikal kopuşların kendi döneminde “moda” olmaları, onların gelecekte de aynı kararlılıkla yaşayacakları anlamına gelmez. On dokuzuncu yüzyılda, bir önceki yüzyılın(aydınlanma çağı) akılcılığına karşı sert tepkiler oluşmuş, bu tepkiler beraberinde Fütürizm, Kübizm ve Dadaizm gibi sanat akımlarına yol açmıştır. Aynı dönemde cari olan Romantizm, günümüze kadar etkilerini sürdürürken, diğerleri kısa ömürlü birer “moda” olmaktan öteye geçememişlerdir. Çünkü bir düşünceyi, bir akımı tümden reddetme davranışı beraberinde güçlü bir savrulmayı da getirir. Adı geçen akımlara mensup sanatçılar bahsettiğim savrulmadan paylarını fazlasıyla almışlar ve isimleri bugün klasik değil, tarihi bir değer ifade etmektedir.
Semazenin savrulmasını engelleyen, ayaklarından birinin sabit oluşudur. Hz. Mevlana’nın pergel metaforunda olduğu gibi, sanatçı, bir ayağı kendi medeniyetinin, kültürünün üzerinde sabit iken, diğer ayağıyla tüm dünyayı dolaşmalıdır. Bu anlamda eskiyi donmuş, kalıplaşmış halde, olduğu gibi muhafaza etmek düşüncesi ne kadar eksikse, yeniyi, “orijinal” kılıfına bürünmüş, her türlü tecrübeyi dışlayan bir çeşit fantezi olarak görmek de o kadar eksiktir.
Türk edebiyatı bağlamında eski ile yeni arasındaki hesaplaşma yaklaşık yüz elli yıldır devam etmektedir. Bu sürede pek çok yenilik denenmiş, bu denemelerin çoğu köksüzlüğün kurbanı olurken; bir kısmı da günün modası olmanın ötesine geçmiş ve varlığını sürdürebilmiştir…
Günümüzde teknolojik gelişmenin geldiği nokta edebiyat dünyasında da hissedilir olmuş, dijital yayınlar çoğalmıştır. Edebiyat dergileri, baskı maliyetlerinin artması ve basılı materyale olan ilginin azalması gibi nedenlerle hızla dijital yayıncılığa doğru kaymaktadır. Bunun sonuçları şimdilik meçhulümüz olsa da, görülen o ki bilimsel metinlerin okuyucusuna nazaran edebiyat okurları halen belli seviyede bir ilgiyle takiptedir.
Yenilikten korkmamalıyız. Eskiden de kopmamalıyız. Bugünün sanatçısı, Türkçenin ve Türk edebiyatının geleceği adına sorumluluk duygusuyla hareket etmeli, edebi olmanın yanında “ebedi” olmayı da düşlemelidir. Deneysel çalışmalardan geri durmamalı, fakat bir tür zıpçıktı edasıyla, dilini bozmak pahasına bir takım maskaralıklara da bulaşmamalıdır. Şarkıdaki gibi, aşk her şeyi affeder belki, fakat edebiyat affetmez. Bugünden yarına kalmak isteyen, güzelin ardına takılmışken, diğer yandan sonsuzlukta yankılanmak isteyen, ayaklarından birini sabit tutmayı bilmelidir.