Eski Konya fotoğrafları üzerine birkaç söz

Prof. Dr. Ali Osman Koçkuzu

 

Pusula Gazetesi’nde yayımlanan eski Konya resimleri benim çok ilgimi çekmektedir. Geçen günlerde yayınlanan iki fotoğrafı söz konusu edeceğim. Bunlardan biri Sultan Selim camiinin kuzey batısına ait diğeri ise valilik binasının batı kapısının yakınındaki bir kubbe ve bir türbeyi göstermekte idi. Bazen resimlere yanlış alt yazılar da verilmektedir. Ama bunlar bir zühul ve dikkatsizlik sebebiyle olsa gerektir. Şehrimizin eski durumları, yani tarihteki Konya ile ilgili değişik değerlendirmeler okuruz. Bazılarına göre, tarihi bina da olsa bir yapı yıkılıp yerine yenisi yapılabilir. Bu pek önemli değildir. Bir diğer değerlendirmeye göre ise, tarihi yapılar korunmalı, onlara bakım yapılmalı, onlar eskiyi hatırlatan değerler olarak korunmalıdır. Bin dokuz yüz yirmili yıllardan başlayan pek çok yıkım, şehrin çehresini değiştirmiştir. Ellili yıllarda İstanbul’da yapılan imar hareketleri, binlerce caminin, tarihi yapının ortadan kalkmasına sebep olduğu için, günümüzde bile tenkit yazıları okuruz. Hatta geçenlerde, harita üzerinde, yok edilen cami ve mescitlerle ait bir tespit gördüm, yüzlerce cami işaretlenmiş, renkli kum gibi göze çarpmakta idi. Doğrusu Konya’da ve diğer şehirlerde son yüzyılda yapılan yapı değişikliklerinin güzel bir tespitini görsek okuruz. Peki bu yıkım ve yok edimlerin kimin elinden veya ellerinden çıktığı merak konusu olmaz mı? Burada da bazen resmi makamların ve değerlendirmelerin bu işe sebep olduğunu sık sık dinler ve okuruz. Bir başkası da bunun tam aksini söyleyebilmektedir. Gelelim iki resme;

Resmin birinde Sultan Selim camiinin kuzeyi görünmekte. Yıkılmış kubbeler gibi bazı yapılar zar zor seçilmektedir. Bu cami İstanbul’daki benzerleri gibi, kuzeyinde revaklı bölümün ve ortasında bir şadırvanın bulunması adet olan bir yapı gibi gelmektedir bize. 1944 senesinde ilk defa gördüğümüz yıllarda oradaki yapı kalıntıları bu fikri bizde doğurmuştur. En büyük işaret, sağdaki minareye komşu olan yapının üzerinde bugün de görünen bir delik veya dikdörtgen şeklinde yük taşıyan bir çukur bulunmaktadır. Ben orada kuzeye doğru uzanan revak duvarlarının en son kalıntısını hatırlarım. Bu revak kalıntısı o tarihte sağlamdı. Oradan doğuya bakınca Türbe giriş kapısı görülür. Burada o revak üzerinde bir zincir sarkardı. Zincir insanın beli hizasında ikiye ayrılır, camiye veya türbeye gidenler, o zinciri aralar, hafifçe belini kırar, türbe kapısına doğru kendisini eğerek içeri girerdi. Bu zincirin sadece türbeye girişte bu hürmetkâr ifadenin elde edilmesi için zincirin konulduğu söylenirdi. Kuzeyde küçüklü büyüklü kubbe artıkları bulunurdu. Hatta camiden sonra büyük bir han veya kervansaray kalıntısı vardı. Onun bittiği yerde Kızılay’a veya türbeye ait aş ocağı mevcuttu. Orada Süleyman ağa isimli bir zatı hatırlarım. Çocukları bizimle Çukur Mektep’te okurlardı. Bu kalıntıları Doğu-Batı istikametinde Başaralı Konağı izlerdi. Bu büyük yapının kıblesinde, türbeye yakın bir ilkokul vardı ve Çelebi çocuklarının orada okuduklarını duyardık. Sahi şimdi bunlar ve daha o arsa üzerindeki pek çok tarih nerede? Haydaaaaa! Sen de durmuşsun, yitik baba malı sorarsın haylenn! Öyle mi peki sormayalım, ben değilim!”. Öteki resmi de inşallah bir sonraki yazıda arz edelim. Selamlar.

 

 

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.