Estetik kavramını bazen yere göğe sığdıramıyor, bazen, bu kavramın ayrıntıları içerisinde çıkmaz sokaklara dalıyor, bazen işin içinden çıkamıyor, alakası olmayan bakış açıları ortaya koyuyor ve estetik kavramını mumla aranan bir hale getiriyoruz.
Hele ki şehir estetiği. Estetik nedir ne değildir diyorsanız, Alaeddin tepesindeki Kılıçaslan köşkü kalıntısının restore faciası olan ve vatandaşın “ucube” dediği yapıya bakmakla başlayın istersiniz.
Alaeddin tepesi, bu şehrin tartışmasız en gözde cazibe merkezi. Cazibe merkezi diye anlatılan, sonradan icat edilen, adı yeni konan sözüm ona cazibe merkezlerinden yüzyıllarca önce bu şehrin yegane cazibe merkeziydi.
Şehirde yaşayanların ve ziyarete gelenlerin göz zevkini okşuyor, şehre sarayıyla, camisiyle ve yapılarıyla eşsiz bir estetik güzellik katıyordu.
Bu cazibe merkezinin çevresini yıllarca paravanalarla çevirdik. Kazılmadık yerini bırakmadık. Delik-deşik ettik.
Alaeddin tepesi, ihya edilme noktasında, yıllardan beri yalnız bırakılan, ortada kalan, ne yapılacağına bir türlü karar verilemeyen, toparlanamayan, üzerine verilen sözlerde durulmayan, tarihi bir tepe.
Şehrin tarihi ve kültürel izlerini taşıyor.
Selçuklu Sultanlarının mezarlarının bulunduğu, ancak bizim o sultanlara olan vefamızı bir türlü
gösteremediğimiz, tepenin üzerine o sultanlara yakışır estetik ve görsel bir şeyler yapmakta her geçen gün geç kaldığımız bir dönemi yaşıyoruz.
Estetik konusunda kaş yaparken göz çıkarmaya devam ediyoruz.
Ve biz bunu hep yapıyoruz!
Nasıl mı?
Mesela, tarihi ve turistik mekanları demirlerle ve dubalarla girilmesi zor mekanlar haline getirmekte üstümüze yok!
Estetik görünüyor zannıyla kapattığımız, demir süslemelerle geçilmez ve girilmez hale getirdiğimiz tarihi ve turistik mekanlara nasıl girecek ziyaretçiler, turistler?
Yoksa girilmesin, karşıdan seyredilsin diye böyle yapıyor da, merak edenler ne yapmışız babında sorsun diye değişik bir espri mi, geliştirdik?
Güzel güzel mekanlar yapmışsın, adına müze demişsin, merkez demişsin, tur otobüsleri tam tersi karşı tarafta tel örgü ile çevrili tarafta kalmış, adı geçen mekanlar deseniz demir parmaklıklarla kapalı.
Lakin demir parmaklığın estetiğine diyecek yok!
Yapılan destinasyona göre gelen ziyaretçiler estetiği hoş, demir parmaklıklarla kapalı yerlere giremeyince karşıdan bakmışlar ve soran gözlerle rehbere bakmışlar ve sormuşlar, bu demir parmaklık neden burada?
Oraya nasıl geçeceğiz?
Ne yapsın rehber, nasıl cevap versin, bu sorulara?
Bizde düşündük ve dedik ki…
Yoksa bu yıl demirli destinasyon modası mı var?
Demek ki, neler kaçırmışız neler!
Biz bu estetik kavramından çok çektik, çok!
Şehir estetiğini bozuyor diye, kaldırılmayan, yıkılmayan yer mi kaldı diye az şikayet edilmedi!
Estetik konusundaki bakış açımız değişmesi gerekiyor.
Bir zamanların en güzel en alımlı, en fazla örnek alınan şehirlerinin başındaydı Konya…
Yüzyıllar önce de, Alaeddin Keykubad’ın Konya’sı , aynı özellikleri taşıyordu.
TARİHİ KONYA SOKAĞI
Estetik demişken, bugün yalan olan, eski özelliği kalmayan, tarihi Konya sokağı olma özelliğini muhafaza edemediğimiz, sahip çıkmadığımız, kendi kaderine terk ettiğimiz Mengüç Sokak, son yılların en güzel, sokaklarından biriydi.
Tarihi Konya Sokağı olarak örnek bir sokak olacaktı, hatta olmuştu da…
Kimine göre buram buram estetik kokuyordu.
Eski Konya’nın bir sokağı canlandırılmış,
Şehrin tarihine kültürüne yeni pencere açılmıştı.
Sonra ne mi oldu?
Derdi büyük ve hiç bitmeyen bir sokak oldu…
Derdini kimseye anlatamayan, Kimsenin derdini anlamadığı…
Dinlemediği, ötelediği, senede bir defa hatırlama lütfunda bulunduğu bir sokak oldu!
Bu yıl, senede bir defa hatırlandığı, Şerbet-i Veladet de, elinden gitti.
Adı Konya sokağı, ancak alakası yok deyiverdiler!
Garibim sokak, nereden nerelere geldi!
Konya sokağı olmanın haricinde, mahzun, çaresiz, kimsesiz mi?
Evet!
Her geçen gün daha da yalnız, daha da kozmolit mi?
Evet!
Bu sokağın içinden, tarihe bakışı, Konya kültürünü çekip aldığınızda geriye ne kaldı?
Nargileciler sokağı!
Geçtiğimiz yıllarda da, yumurtacılar ve simitçiler sokağı diye anılıyordu.
Sokağın, Tarihi Konya sokağı olmasına bir türlü müsaade etmedik.
Sokağa huzur yüzü göstermedik, rahat vermedik!
Sahip çıkmadık!
Bu sokak, Konya sanatının, Konya sanatçısının gözbebeği bir sokak olmalıdır diyemedik.
Sokağı sanata, kültüre ve sanatçıya açamadık!
Yazık ettik…
Ve yazık ettiğimizin farkına varamadığımız gibi, o sokak özelliğini vasfını kaybetti diye konuşmaktan da geri durmadık!
KÜLTÜR DEĞERLERİNE SAYGIMIZDA YOK, SEVGİMİZ DE!
Estetik insanın dilinde, dilinin ucunda olunca böyle oluyor.
Estetik dediğin nedir ki söylemine kadar geliveriyor.
Şehrin estetiği korunsa, gözetilse, üzerine titremek gibi algılar ve anlayışlar geliştirilse, şehrin havası değişirdi.
Tarihi Konya şehrinin, tarihi eserlerine saygımız yok!
Kültür değerlerine ise ne saygımız var, ne de sevgimiz!
Restorasyon facialarını görenimiz, bilenimiz, aldıranımız yok ki, kimsenin sesi çıkmıyor. Sesi çıkanı da zaten biz dinlemiyoruz!
Duba dikmekle, süslü demir parmaklıklar yapmakla şehre estetik görüntü kazandırdığımızı düşünüyoruz her halde!
Dubalarla meydanları,
Süslü, gösterişli demir parmaklıklarla tarihi ve kültürel mekanları anlaşılmaz bir biçimde koruduğumuzu düşünüyoruz.
Bu şehre gelen ziyaretçiler, turistler dubalarla ve demir parmaklıklara çevrili, çoğu kilitli ve kapalı türbelere, tarihi mekan ve merkezlere, delik-deşik edilmiş tepelere gelmiyorlar. Onlara anlatılan bambaşka bir Konya’ya geliyorlar. Karşıdan bakmak, uzaktan seyretmek için neden gelsinler?