Etliye sütlüye, suya sabuna!

Erol Sunat

Eskiler, Zülfüyare dokunmadan geç derlerdi, suya sabuna dokunsan da tadında bırak derlerdi, etliye sütlüye fazla karışma derlerdi.

Derlerdi de derlerdi!

İnanın devran döndü, hem öyle bir döndü ki, bildiğimiz her şeyi unuttuk, her şey ters kepçe geldi, neredeyse sil baştan yeniden başladık. Pandemiden sonra tekrar geri döndüğümüz hayat, bir başka hayat! Her şey çok daha çetrefilli, çok daha zor. Kolay bir şey, kolaylaştırıcı bir şey ortada yok!

Destek yok, verilen sözler görünürde değil!

Düştüysen kendi kalk, kalkamazsan kalkıncaya kadar bekle gibi bir manzara…

Hani kendi düşen ağlamaz derlerdi ya…

Biz kendimiz düşmedik, bile bile insan bu felakete düşer mi şeklindeki ki çırpınmalara da, zaten ne bakan var, ne de aldıran!

O zamanda etliye sütlüye karışıyor insanlar, suya sabuna dokunuşlar yapıyorlar, kimse zülfüyare dokunmadan geç demesin, dokunacağım artık demeye başlıyorlar!

Ve dokunuyorlar!

Çünkü, kalbimiz kırık!

Moralimiz bozuk!

Güvendiğimiz dağlara tepeleme karlar yağmış.

Yürek yanmış!

Gönüller viran!

İş-güç virane!

Her hane enkaz!

Borçlar dağ gibi yığılı!

Etliye sütlüye nasıl karışmasın insanlar!

Ne dinleyen oldu bu insanları, ne gönüllerini alan, ne de bir teselli eden vardı yanı başlarında…

*****

Özellikle konu etli ve sütlü meselesi olunca…İşin içine bir de kanatlı meselesi girince laflar yön değiştiriyor!

Bir zamanlar, sofralar konusunda hassas olanlarımız, eleştiri oklarını yağmur gibi yağdıranlarımız, arkadaş bir davete gittim, gitmez komaz olaydım, ne etli vardı, ne sütlü ne de kanatlı, Etli, sütlü, kanatlı cinsinden en azından biri sofrada bulunacak derlerdi ciddi-ciddi! İşin en eğlenceli tarafı da, gülmeyecek insanların dahi bu anlatılanlara gülmesiydi.

Hoş şimdi, gülecek insanda kalmadı, hiçbirimizde gülecek hal de…

Etlinin sütlünün ve de kanatlının yanına yaklaşılamıyor.

Öyle olunca da, etliye sütlüye karışan, laf düşüren, rahatsızlığını ifade eden, neden böyle diyen, yok mu bu işin bir çaresi diyen diyene!

Et ve Süt Kurumu mağazalarında, ete normal piyasa şartlarına göre yüzde 15 civarında indirim yapılacağı açıklandı.

Bu Kurumun Ankara’da 4, Erzurum da 2, Adana, Ağrı, Bingöl, Denizli, Diyarbakır, Erzincan, İstanbul, İzmir, Sakarya ve Sivas’ta da satış mağazası var. Et buralarda bayrama kadar piyasaya göre yüzde 15 daha ucuz. 85 milyon insanın erişimine ise devede kulak lafı dahi kafi gelecek gibi değil.

Bu mağazaların önünde kuyruk kıyamet! Saatlerce bekliyor insanlar! Ya diğerleri sınıfına giren bizler? Orası başka bir hikaye, eli böğründe kalanların, bırakılanların hikayesi! Yanık bir türkü gibi, içli bir şarkı gibi!

*****

Et deyince kastımız kırmızı et, yüz lirayı aştı, 140 liraları test etmeye başladı bile…

Süt deyince, işin içinde süt var, ayran var, peynir ve çeşitleri var, yoğurt var, kaymak var, tereyağı var!

Aklımıza ilk gelen peynir!

Kaç lira Peynir?

Kırk liradan başlıyor, ucu açık, tut tutabilirsen!

Yoğurt çoktan sefam olsun dedi bile…

Her ürün sınırlarını zorlama yolunda koşmaya ve coşmaya başladı!

En garibi, en fukarası, en çaresiz olanı cebimizdeki para!

Coşması yok!

Koşması yok!

Alım gücü zayıf!

Ne yapsa imkanı yok!

Cüzdanda kalsa hasta oluyor!

Başını dışarıya uzatsa bunalım geçiriyor!

Kalkıp bir şey alınmaya kalksa yetmiyor, yetişmiyor!

Bu paraya ancak bu kadar olur, bu kadar eder, laflarının arasında ya sararıyor, ya morarıyor, onu verenle birlikte…

*****

Kanatlı deyince eskiden beri akla beyaz et gelir…Bir hafta da, üçer beşer liradan üç kere zam gördü kanatlı, geldi dayandı 60 liraya, geri adım atmaya niyeti olmadığı gibi, gözü, yukarılarda!

Sırtı sıvazlanıyor, yürü kim tutar seni deniyor, şunun şurasında yüz liraya ne kaldı, şimdi rekor kırmanın tam zamanı diye diye şımartılıyor, o da havalara giriyor, yerinde duramıyor.

Sadece kanatlı mı?

Mesele etli sütlü olunca, bu konu siyasetin konusu değil diyorlar! Fiyatlar bu kadar çıldırmasa, bu denli şirazeden çıkmasa, kendi halinde yaşayıp giden insanlar neden etliye sütlüye karışsınlar ki?

Zamanımızdan yaklaşık 1400 yıl kadar önce Bilge Kağan, aç insanımı doyurdum, yoksul milletimi zengin ettim diyor.

Mübarek Ramazan ayında, Bayrama doğru giderken, yemek tarifleri yapanlar, iftar sofralarında ne olmalı diye ahkam kesenler utanmayı-sıkılmayı da bir kenara bıraktılar! Tok açın halinde anlamıyor, anlamak istemiyor, hatta duymak, işitmek istemiyor dedikleri böyle bir dönem işte…

Aç açık, kimse yok, herkesin karnı tok dahi denebiliyor!

Beş milyon Suriyeli sığınmacıyı doyuruyoruz, lakin kendi insanımızdan haberimiz var mı?

*****

Kendi insanımızın açım demesini! İş arıyorum bulamıyorum demesini! Evime ekmek götüremiyorum demesini! İflas ettim, battım, dibe vurdum, faturalarımı ödeyemiyorum demesini!

Etliye sütlüye karışmak olarak algılıyoruz.

Ne yapsın bu insanlar? Seslerini bir türlü duyuramadılar!

Açım diyor, hani aç, biz aç falan görmedik deniyor! İşsizim diyor, şu kadar işsize iş bulundu , gitsinler az çok demeden çalışsınlar, iş beğenmiyorlar babında yaklaşımlar sergileniyor!

Çare yok mu diye sorulduğunda ise, bunun adı etliye sütlüye karışmaktır deniyor!

Etli ve sütlü meselesi ister en yalın haliyle düşünülsün, isterse mecaz! Mevzu oldukça vahim. Bu işin içinden nasıl çıkılacak, nasıl çıkacağız, ne yapacağız bilen de yok, diyende!

Fiyatların nerede duracağını kestirebilmek mümkün değil. Bir türlü dizginlenemeyen, dizginleri elimizden kaymış gitmiş bir ekonomik manzara ile karşı karşıyayız.

Bu manzarayı, “-ecek” ve “-acak” diye biten cümlelerin kurtarabilmesi ise çölde serap görmeye benziyor!

Gıdanın açmış olduğu tahribat siyasetin konusu değilse, nedir siyasetin konusu?

İnsanların etliye sütlüye karışmaları, suya sabuna dokunmaları, zülfüyare dokunmadan geçmemiz artık mümkün değil demeleri bu yüzden!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.