Kendini yok etmek isteyen illegale karşı geliştirdiği şiddet dilini normalize eden İsrail, son saldırıları için ebedî hamisi ABD’nın yine desteğini aldı. Amerika keşfedildikten sonra adına Yeni Dünya demişlerdi, hâlâ da kullanılır. Yeni Dünya derken, aslında egemen düzen denmek isteniyor. İsrail’in Filistinli sivilleri gözünü kırpmadan katletmesi Yeni Dünya ve vasallerini hiç ama hiç enterese etmiyor. Bundan tam yüz yıl önce Avrupa nefretinden oldum olası çekmiş Yahudi diasporasına Filistin topraklarında bir yer bulundu. O dönemin egemeni, Yeni Dünyası Britanya idi. Parçalanmış Osmanlı topraklarından diaspora Yahudilerine yer açıldı.
Her şey öyle sistemli ilerliyordu ki bugün Filistin’e özgürlük eylemlerinde sallandırdığımız bayrağı bile İngiliz Mark Skyes tasarladı. O bayrağın hiçbir millî değeri yoktur. Ama unutmuşuz, hatırlamıyoruz bile. Getrude Bell adındaki İngiliz kadının sayısız Müslüman askerin can verdiği toprakları cetvelle pay ediverdiğini. Selahaddin-i Eyyübiler, Nureddin Zengiler dirilip gelseler herhâlde politika ve akıllı telefonlardan önce ilkin bu işi acayip bulurlardı.
Filistin için slogan atarken “İngiliz bayrağı” sallamak üzerinde düşünmek lazım. Camiamızda bazı kimseler var, medeniyet deyince göz bebekleri titrer, “şöyle kahramanız, böyle inceyiz, düşünceliyiz” hırsla bir şeyler anlatır dururlar. Bu abilerimiz trajedi lafına karşı çok hassas davranırlar: “Hişş! Medeniyetimizde trajedi yoktur!” diye sağa sola ağız payı verirler. Bu tip nüanslara ömür haracamanın, “Ali haklıydı, Muaviye’de haksız değildi.” diyebilen pek tutarlı, pek hakikatli bir zihniyet evreninde bir karşılığı vardır bizim bilmediğimiz. İnsan yine de sormadan edemiyor: Peki, dış politikamız bir trajedi değil de nedir?
Bir zamanlar çelişki ruhu ayrı lisanı ayrı telden çalan entelektüel zevata literati der, dalga geçerlerdi. Hani bu ara gündeme geldi “Monşer” kelamı.Etkisi buna benziyor; bir nevi hakaret kabul ediliyor. Acaba bu kimseler şu an aynada kendi suretlerine hayret etmeden birkaç dakika bakabiliyorlar, “ulan neydik ne olduk be” diyebiliyorlar mı?
Filistin davası Suriye kaosundan bu yana, Türkiye İslamcılığında düşük profilde seyreden bir sorunsal. Bunun detaylarına girmeyeceğim, dileyenler internetten Suriye krizi başlangıcından güünümüze Filistin-Suriye aksında gelişen haberleri tarayabilir.
İsrail dün Gazze sahillerini savaş gemileriyle bombaladı ve dört çocuğu katletti. Ondan önceki sekiz gün içinde 200’ü aşkın Filistinliyi katletmişti. Ramazan ayı içerisinde gerçekleştirilen bu katliama ABD ve Avrupa’dan destek gecikmedi, bunu meşru bir müdafaa olarak görüyorlar. Yerle gök bir araya gelse bu böyledir, kanaatleri değişmeyecektir.
Zizek’in kötülük tasnifinde üç ayrı kategori var. Ego kötülük, insanın bencilce isteklerinden kaynaklanan kötülükler. Bir anlamıyla bireysel kötülükler bunlar. Süperego kötülük ise “kişinin kendinden büyük bir bütün ve inanç sistemi uğruna yaptığı” şenaatlardır ve diğeri gibi değildir. Adi kötülükle nitelikli kötülük gibi anladım ben bunu. Süperego bir niteliğe işaret ediyor: İnanç. Bilinir ki her türden inanç, etik bir zeminden yükseldiği için “başkalarının da mutluluğunu” düşünen bir retorikle konuşur. Yaptığı kötülükle bile bunu anlatmak ister. Bu anlayış demokrasi getirmek için onun önündeki tek ! engel Saddam’ı asmıştır (bu arada 200 bin Iraklı kadına işgalciler tarafından tecavüz edilmiştir) mesela.
İsrail, zalimliğine kullanışlı bir kılıf bulmuş ve savunmasız sivil halkı yıllardır terörize etmekte, pişkince sivil halkı hedef almadığını açıklamakta. Yapılan operasyonların terörize gruplardan Filistin halkını da korumayı amaçladığını söyleyecek bir sürü politikacı var İsrail parlamentosunda. Bu psikoloji nedeniyle Zizek’in demesine göre süperego kötülük kişide kendisinden hesap sorulmayacağı bilgisini doğuruyormuş. Beş saatlik ateşkeslere bile riayet etmeyen İsrail’in cesareti bu bilginin neticesi midir? Nedir?