Müdür Bey, öğrencilerin deyimi ile büyük teneffüsü bahçede geçirmiş, zil çalınca da bahar havasına kendisini kaptırıp sınıflara girmek istemez tavırlar ile oyalanan çocukları içeriye doğru yönlendiren nöbetçi öğretmene yardımcı olmaya çalışıyordu. Birden mezarlık tarafındaki kapıdan koşarak giren üç öğrenciyi gördü ve önde koşan okulun en yaramaz, en haşarı bir o kadar da akıllı olanını hemen tanıyıverdi. Babacan bir tavırla durun bakalım nereden geliyorsunuz diye seslenirken gözleri çocukların şişkin bir şekilde duran pantolon ceplerine takılmıştı. “Ben sana daha dün mezarlıktan badem toplamayı yasaklamamış mıydım?” diye çıkıştı. “Yalnız bugün elemanları değiştirmişsin, bu ikisi dünküler değil. Belli ki mezarlığa badem kopartmaya giden bir dahasına cesaret edemiyor. Her gün değiştiriyorsun çırakları” diye söylendi. Yarın babanı bekliyorum artık seni başka türlü durduramayacağız deyip haydi sınıflara marş marş diye bağırması ile binanın kapısından içeri dalıp nefes nefese sınıflarına girmeleri bir olmuştu.
Zeki Dayı, akşam yemeğini bitirip Hacı Hanım’ın elinden kahvesini de içtikten sonra yatsı namazı hazırlıklarına başladı. “Acelen ne daha vakit erken” diyen hayat arkadaşına “Abdülbaki Hoca ile konuşacaklarım var. O erken gelir, namazdan önce görüşürüm” diye cevap verdi. “Bugün oğlunu okul müdürü çağırmış. Bizim küçük reis yine Musalla mezarlığından badem toplayıp teneffüste talebelere satarken Mevlüt Hocaya yakalanmış. Hoca korkuyor, mezarlıkta başlarına bir iş gelecek diye. Aslında ticarete yatkınlığını gösteriyor ama mezarlık işte” dedi. Hadi eyvallah deyip camiye doğru yürümeye başladı. Torununun daha ilkokula başlamadan asmadan yaprakları toplayıp kapının önünde satmak için tezgâh açtığını hatırladı. 3. sınıfta iken ise beslenmesine fazladan meyve koydurup sınıf arkadaşlarına satıyordu. Hatta bir keresinde dükkândan market camlarına yapıştırılan ürün etiketlerini bile okula götürüp satmıştı arkadaşlarına. Ama bu mezarlık işi tehlikeliydi. Oğlum mezarlıktan toplanan meyve helal olmaz filan deseler de laf anlamamış ticaretini devam ettiriyordu! Reis.
Camiye girdiğinde imam odasında otururken buldu Baki Hoca’yı. Aralarında birkaç yaş olsa da neredeyse çocukluk arkadaşıydılar. Uzun yıllar Kapu Camisi’nde imamlık yaptıktan sonra Külahçı Camisi’nden emekli olan Hoca, aynı caminin cemaati olarak her vakit genç imamın ardında yerini alır, derin fıkıh bilgisi ile de yatsı namazlarından önce bir sorusu olan olursa faydalı olmaya çalışırdı. Baktı yalnız oturuyor durumu anlattı Hoca’ya. Hoca “Vay kerata vay” dedi. “Dedesine çekmiş ne olacak. Yarın namazdan sonra gidip bir çaylarını içelim. Nasihat edelim İnşallah”
Öyle de oldu. Ertesi gün yatsı namazından sonra sefere çıkılmıştı... Ağzı dualı bereketli birisiydi mübarek. Arabanızın tekerine taş değmesin diye başlar, Allah aşınızdan işinizden eşinizden ayırmasın diye duaya devam ederdi. Abdülbaki Hoca gelir de kuru bir çay ile ağırlanır mı düşüncesiyle çiğ köfte yapılmış çayın yanına kek, pasta hazırlanmış, meyveler de unutulmamıştı. Tabi tüccar bey! durumdan haberdar edilmemiş ama aklı erdiğinden beri her gördüğünde elini öpmeye koştuğu Hoca amcasının evlerine geleceğini duyunca çok sevinmişti. Çaylar içilip bardaklar toplandıktan sonra babası mevzuyu açınca şafak attı ama biraz mahcup biraz öfkeli mecburen dinlemeye başladı.
“Hocam bizim bu oğlumuz okulunun arkasındaki mezarlıkta bulunan badem ağaçlarından çağla toplayıp arkadaşlarına satıyormuş. En sonunda Müdür Bey beni çağırdı. Koca Musalla Mezarlığı, gündüzün sessizliğinde başlarına bir iş gelir diye korktuğunu söyledi. Hem de mezarlık vakıf toprağı oradan elde edilen kazanç haram olmaz mı?”
“Yok, sahipsiz ağaçların meyvesi haram değildir ama başka bir konu var” diye cevap verdi Hoca. Sonra gel bakalım delikanlı deyip yanına oturttu. “Biliyorum sen bu sorgulamadan biraz rahatsız oldun. Bu yaşta ticarete yatkın olduğunu belli ediyorsun aferin sana. Yalnız bir sakıncalı durum var. Bir bulaşıcı hastalıktan ölen cenaze olur. Defnedildikten sonra önce toprağa, oradan ağaca hastalık bulaşır. Allah muhafaza o ağacın meyvesini yiyenler hastalanır. Hem kazancın haram olur hem sen de yemiş olursun sana da bulaşır. Aman oğlum bir daha yapmayın olur mu?“ diye tatlı tatlı nasihatlerini art arda sıralayıverdi Abdülbaki Hoca.
O günden sonra tıpkı İmam-ı Âzam’ın evladım bal yeme diye nasihat ettiği çocuğun bir daha bal yemediği gibi ne mezarlıktan badem toplandı ne yenildi ne de satıldı...