Yaklaşık olarak 2 yıldan uzun bir süredir Türkiye’de siyaseti yönetenler ile ekonomiyi yönetenler arasında bir faiz tartışması sürüp gidiyor. Bu tartışma süresince hükümet, Merkez Bankası’na iş çevreleri ise bankalara yüksek faizler nedeniyle eleştiri getirmekten kaçınmıyor. Merkez Bankası’nın özerk yapısı dahil olmak üzere bu süreçte neredeyse tartışılmayan konu kalmadı.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın geçtiğimiz yıllarda uyguladığı politika faizlerine bakacak olursak 2002 sonrası her yıl düşerek devam eden bir çizgi görmek mümkün. 2013 yılı mayıs ayında en düşük seviyesini gören gecelik faiz oranları gezi olayları sonrası 1 puanın üzerinde artarken, 17 ve 25 Aralık 2013 sonrası yaşananlar dövizin ateşinin çıkmasına sebep olunca Merkez Bankası faiz silahını kullanarak % 12’lere çıkardı. Neredeyse 3 yıl geçmek üzere ve mayıs toplantısında alınan kararla bu oran % 9,5 seviyelerinde.
Merkez Bankası faiz oranları ne anlam ifade ediyor bakacak olursak 3 tip faiz oranı söz konusu. Bankalar ellerinde bulunan fazla parayı gecelik % 7,25 ile Merkez Bankası’na verebiliyorlar. Bankalar ise Merkez Bankası’ndan iki türlü para alabilme imkanına sahipler:
1-Haftalık repo ihalesi ile
2-Gecelik borç alarak
Her iki tür borçlanma yönteminde de bankalar belirlenmiş limitler dahilinde borç alma imkanına sahipler. Gecelik borçlanmada amaç parasal ihtiyaç değil bankalar açık vermemek için bu yöntemi kullanıyorlar. Çokça duyduğumuz politika faizi haftalık repo ihtiyacı için uygulanan % 7,5 ile gecelik fonlama oranı olan % 9,5 arasında her gün değişkenlik gösterebiliyor.
Bu oranlar bankacılık sistemi ile Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası arasında geçerli ve biz vatandaşlar olarak bu oranlarla borçlanma imkanına sahip değiliz. Buraya kadar anlattıklarım Merkez Bankası ile bankacılık sistemi arasındaki faiz ilişkisi. Şimdi bir de şahıs ya da şirketler ile bankacılık sisteminin ilişkisine bakalım. Burada can alıcı soru şudur? Bankalar kredi vermek için gerekli olan finansmanı nasıl elde ederler: En önemli kısım mevduat sonrasında özkaynakların kullanımı, kendi aralarında borçlanma, Merkez Bankası’ndan borçlanma, yurtdışına tahvil yada bono ihracı gibi yöntemlerle. Dünya da bol ve ucuz para varken bankacılık sistemimiz bu güne göre çok daha kolay kaynak yaratabiliyordu ancak bu gün bu koşullar ortadan kalktı. Mevduatlarında tamamı kredi olarak kullandırılamıyor çünkü Merkez Bankası’na yatması gereken bir zorunlu tutar ve ellerinde bulundurmak zorunda oldukları bir meblağ var. Yaklaşık 100 Liralık mevduatın 80 Lirasını bankacılık sistemi kredi olarak kullandırabiliyor. Şubat sonu itibarı ile bankacılık sisteminde 1 trilyon 300 milyar lira mevduat ve özkaynak varken kullandırılan krediler 1 trilyon 500 milyarın üzerinde. Aradaki fark ise hep konuştuğumuz özel sektörün dış borcunun içerisinde yer alıyor. Çünkü bu kısmı bankalar yurtdışı kaynaklardan kullanıyorlar. Bakınız bankaların maliyetlerinin içerisinde en önemli kalem mevduata uyguladıkları faiz ve bugün için ortalama % 11 civarında seyretmekte. Buna daha ucuz kaynakları ilave edelim ortalama % 10 ya da % 9 kabul edelim. Geçmiş 20 yıl boyunca Merkez Bankası politika faizi en düşük % 4,5’lardayken bile kredi faizleri % 9’un altına düşmemiş ise şu anda kaç olması bekleniyor. Şimdi düşünelim tasarruf oranlarımız artmazken, takipteki kredi miktarları yükselirken, bölgemizde yaşanan sorunlar nedeniyle ülke risk primi artmışken, üstüne üstlük Fed (Amerika Merkez Bankası) elinde tuttuğu faiz sopasını kafasına göre sallarken, bankacılık sistemi kredilendirmek için ucuz maliyetli parayı nasıl bulacak? Sadece Merkez Bankası’nın politika faizinin düşürülmesi veya biz iş dünyasının bankalara olan isyanı faizlerin düşmesi için yeterli olmuyor.