Musa Eroğlu’nun bir türküsü vardır.
“Bir Acayip Sevda Düştü Serime" diye...
Her dinleyişimde gözlerimi kapar, sevdamı düşlerim.
Hele ki şu satırları beni benden alır: “Dostlar aciz kaldım ahuzarımdan, hiç haber gelmedi Gülizar'ımdan, fakirim ayrıldım nazlı yârimden başıma karalar bağlar gezerim.”
Nazlı yârimden o kadar ayrı kaldım ki, anlatamam.
Aslında her daim yanı başımda fakat benim sitemim nazına naz katamamakta.
Göklerde dalgalanırken, kızıllığına kızıllık katamamakta.
Uğruna çekeceğim çekeceğin çilelerle henüz tanışamamakta...
*******
Herkesin nazlı yâri kendinedir...
Buyurun, benim nazlı işte.
Şuna eminim ki sadece benim değil 80 milyonun gönlünde yatan tek nazlı yâr, o.
*******
Herkes sevgisini farklı farklı gösterir.
Kimimiz içine ata ata kimimiz haykıra haykıra...
Mesela ben ne zaman nazlı yâr için endişelensem içime atarım, susarım, sessizce başımı yastığa koyar yalnızlığımla fısıldaşırım.
Gözyaşlarım akarken yanaklarımdan, devletin şefkatli elinin saçlarıma değmesini isterim.
Çünkü ben bu devletin hiç büyümeyen haylaz bir kız çocuğuyum.
Akıllanmayan, uslanmayan, susmayan...
Bu şefkate; kimsesizliğimin çığlıklarını susturmak için o kadar çok ihtiyacım var ki, anlatamam...
*******
Hepimiz bu devletin evlatlarıyız.
Bana diyeceksiniz ki, devlet birçok evladını hiçe saydı.
Hayır, yanılıyorsunuz.
Bir baba ve evladının arasına hiçbir şey giremez. Tamam kırgın olabilirsiniz, sitem edebilirsiniz ama küsmek olmaz. Kopamazsınız, kopamayız. Etle tırnak gibiyiz biz...
O etle tırnağı kerpetenle parçaladılar, biliyorum...
Ama merhemi yine biziz, bizim sevgimiz.
Meselâ kendimden örnek vereyim, o kadar yalnızım ki anlatamam.
Bir gün burnum mu kanayacak, ayağım mı tökezleyecek diye düşünmekten uykularımı gecelere feda ettim.
Gündüzleri çehrem gülümsüyorsa, bunca haksızlıklara, acılara sabrediyorsam eğer baba (devlet) ile kızının arasındaki mutlak sevgisindendir...
*******
Bu aralar, affınıza sığınırım ama içime öküz oturmuş gibi.
Bir klişe vardır ya hani “DOKUNSALAR AĞLARIM” ağlar mıyım bilemedim işte.
Ağlamaktan dahi şüphe eder olmuşum, neden ki?
Ah bu şüpheler, içimin kurdu oldu benim.
O kadar fakirim ki yalnız ağlamak yordu beni, elmacık kemiklerim kurudu gözyaşlarımı içime akıtmaktan...
O kadar fakirim ki nazlı yârden ayrı düşmek yordu beni, göklerde dalgalanışını izlemek yetmiyor artık.
Yetmiyor...
Ah be Musa Eroğlu, ne türkü yakmışsın yüreğimi yandırdın!