Bir spor adamı olarak sanırım açıkça söyleye bilirim hayatımız, yaşantımız, dünyaya bakışımız biraz da olsa futbol ailesinin yanlış yönetimine benzemiyor mu? Ya da bizi futbolla uyutup dilediklerini dilediği zaman yapıyorlar da, biz bağımlılığımızdan kayıtsız mıyız olaylara… Ya tam bağlanıyoruz, ya umursamıyoruz, futbolda ekmek spor örneği gibi…
Farkında mısınız?
Son yıllarda, San Marino’nun gol yemeye alıştığı gibi bizde teröre alışmadık mı? Tek yaptığımız Facebook Twitter İnstagram profil fotoğraflarımızı bir günlüğüne Türk bayrağı yapmak, ya da siyah terör bandı. Sonra mağlup takım psikolojisi gibi önümüzdeki maçlara bakacağız der gibi önümüzdeki ihanetleri bekleyeceğiz mesajı vermiyor muyuz, aslında.
Farkında mısınız?
Futbolda ekol olmuş ülkelerin bir taktiği ve stratejisi olmuştur. Takım bir dönem başarısız olsa da, futboldan anlamayan insanlar ya da çok az anlayan insanlar bile Almanya’nın disiplinli, İtalya’nın katı defansı olduğunu ve Brezilya’nın şova dönük bir futbol anlayışı olduğunu bilir. Türkiye futbolunun ise hiçbir zaman bir sistemi olmadı. Peki bu durumu biraz araştırdığımızda aslında gerçek dünyada da bu durumun neredeyse aynı olduğunu görmez miyiz? Almanların disiplinli çalışması gibi. Peki bizim bir sistemimiz var mı? Avrupa’ya bu kadar ırak bir ülkenin çöküşte olan birliğine girmek için bu çaba neden peki hiç sordunuz mu kendinize, üstelik bu birlikten başı çeken ülkeler kaçmaya başlamışken, yada Müslümanların yanında yer almak için can atarken Müslümanları katleden NATO’nun neden bir üyesiyiz ilginç değil mi? Tıpkı futbolda olduğu gibi, aslında gerçek hayatta da bir sistemimiz yok.
Farkında mısınız?
Yağmur gibi gol atan bir takım gibi, dünyadaki Müslümanların üzerine mermi yağıyor. İşin acı kısmı bu mermileri, ya başka Müslüman ülke sıkıyor, ya kendi vatandaşına sıkıyor, ya da Müslüman olmayan bir devlet sıkıp-sıktırırken biz bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın misali görmezden geliyoruz. Peki İslamiyet’i kabul edip boylara ayrılan atalarımız neden onca fetihler yapıp dünya üzerinde basmadık kara parçası bırakmamıştı. Neden bir tek mazlum için ordular feda etmişlerdi. Tarih dersi verebilecek son insan bile değilim, yalan söyleyen tarihe inanacak kadar ahmakta.
Farkında mısınız?
Geçtiğimiz günlerde yukarda verdiğim basit örnekleri birleştiren bir unsur oldu. Futbol ile terör, futbol ile yaşamın acı gerçeği yüz yüze geldi. Beşiktaş ile Bursaspor arasında oynanan maçtan sonra hainlerin belki de tam amacına ulaşamamış saldırısı sonucu 44 canımız şehadet şerbetini içerken, yüreğimizden de bir parça koparıp gitti. Şehit sayısının yaklaşık dört katı kadar da yaralımız vardı. Bırakın maç yazı yazmayı, maç izlemeyi bile sindiremedim kendime. Ayrı ayrı her birinin hikayesi aslında bizim hikayemiz değil miydi? Sonraki gün acımızı dindirmek için bir dakikalık saygı duruşu ve çeşitli jestler yetti mi? Bu maçı unutmamız lazım hafta içi oynanacak maça odaklanmalıyız der gibi, sosyal ağlardan hemen Sow’un verilmeyen golünü paylaşmamız bundan değil mi?
Hadi daha geniş coğrafyada daha derin düşünelim. Kurumsallaşan ve reklam gelirlerini artıran dünya kulübü olalım Barcelona olalım, Real Madrid olalım ideallerimiz uğruna başka şekilde gitmek istemediğimiz topraklara uzanalım. Bir yana İslam dünyasını diğer yana haçlı dünyasını koyalım merkezde de biz olalım. Bizim merkezde oluşumuz İslam dünyasına göre amaç, haçlı dünyasına göre araç olsun.
Neydi amaçları Konstantiniyye’den (İstanbul) Kudüs’e serbestçe geçmek ve topraklara hakim olmak için asırlarca mücadele etmek. Bizim tarihteki amacımız İslamiyet’i yaymak ve Peygamberimizin şefaatine nail olmak için İstanbul’u fethetmek. Biz Galatasaray’ın UEFA kupasını aldıktan sonra bir daha Avrupa kupalarında kupa mücadelesi verememiş ya da oldu mu olacak mı derken kupadan elenmişçesine İstanbul’u fethettikten sonra her şey bitti gibi baktık olaya. Aslında olay ondan sonra başladı da fark etmedik. Onlar mücadelesine devam ettiler, farklı taktikler uyguladılar, kimi zaman akıllı, kimi zaman kahpe oldular, ama amaçları asla değişmedi. Önce üç kıtaya hüküm süren İmparatorluk yıkıldı ardından ona bel bağlayan ülkeler ile göbek bağı kesildi. Şanlı milletimizin son bir silkinişi ile kurduk bugün ki devletimizi, Peki her şey bitti mi? Asla bitmedi. O kadar çok ötekileştik o kadar çok ötekileştirdik ki, bundan 70 sene önceki Filistin haritası ile şimdikine bakarsak nasıl Filistin’in yok olduğunu görmek zor olmasa gerek. Abdülhamit’in Kızıl Sultan olma pahasına vermediği topraklardan bahsediyorum. Sonra İran ile Irak arasında derbi mücadelesinde ki olaylar gibi ezeli rekabetle 8 yıl süren savaş sonunda kazanan yine Müslümanlar olmadı. Tam da her şey normalleşirken 3.5 yıl süren Bosna savaşı ve katledilen onca masum, Türkiye Kupasında 3. Lig takımı ile şampiyonluk yaşamış takımın maçı gibi değil miydi? Çeçenlerin takdire şayan direnişi de gözlerden kaçmamalı. Şuan günümüzde zulüm devam ediyor. Belki de hiç olmadığı gibi, sağcı-Solcu, Alevi-Sünni- Şii, Kürt-Türk IŞİD’li, PKK’lı ,YPG’li birçok grup oldu. Selahattin Eyyübi’nin emaneti Halep yerle bir olmuş. On binlerce insan ölmüş, binlerce bebek daha dünyada bile olduğunun farkında olmadan toprak olmuş. Kazanan kim belli değil ama kaybeden yine Müslümanlar. Mısır’daki güzel gelişmeleri sonlandırma çalışmaları ve Mursi’yi de unutmadık elbet. Ya 5 ay öncesi Türk milletinin asaleti olmasa 15 Temmuz’da Türkiye’de bir Filistin, Suriye, Bosna, Irak ya da İran olmayacak mıydı?
Halep’te zafer olduğunu iddia edip, orada rakı sofrası kurmayı kendine amaç edinenler, düne kadar Türkiye İran olmayacak diye ağzını ayıra ayıra bağıran, sözde, modern çağdaş laik insanlar değil miydi? Şimdi o insanların İran’ı ve Şii milisleri alkışlaması bir ironi değil midir?
Farkında mısınız?
Kayyuma giden bir kulüp gibiyiz. Devlet desteği olursa kurtulacağız olmaz ise kulüp kapanacak. Ben farkındayım ama bir şey yapamamak beni çok üzüyor, hatta deli ediyor. Söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. Bu arada Moussa Sow’un pozisyonu gol, hakem yemiş golü, tartışmaya kaldığınız yerden devam edebilirsiniz…