Vaktim oldukça ekonomik makaleleri okumaya ve TV programlarını takip etmeye çalışıyorum. Bununla beraber oldukça büyük bir müşteri kitlesine ulaşabilecek bir konumda çalışıyorum. Kısaca masanın her iki tarafında bulunarak hem finansal piyasaları hem reel sektörü izleme şansına sahibim. Ancak gelin görün ki ekonominin bu iki aktörü birbirinden o kadar farklı gündemleri tartışıyorlar ki acaba aynı şeyden mi bahsediyorlar dememek mümkün değil.
TV programlarını takip ederseniz en önemli tartışma konumuz Borsamız tarihi rekorunu geçecek mi? Aşağıda destek seviyesi kaç? Buradan hangi sektörlere yatırım yapılır? Hangi hisseler de ne işlemler gerçekleşti? Döviz 3,5 ye mi inecek yoksa 3,8 e mi çıkacak? Altın da kısa vadeli ne yönde işlemler yapılmalıdır? Hatta bazen katılımcılar hızını alamayarak Amerikan borsalarında gerçekleşen işlemleri dakikalarca konuşmakta çoğumuzun adını bile söyleyemeyeceği şirketlerin halka arzları hakkında yorumlar yapmaktalar. Bir de çoğumuzun bilmediği doğrudan borçlanma senet piyasası vadeli işlemler piyasası gibi konular var.
Reel sektör temsilcileri ile görüşmelerimiz de ise gündem o kadar farklı ki. Onların konuşmaları ise daha elle tutulur gözle görülür şeyler. Taleplerin düşmesi buna bağlı olarak üretimin azalması, artan maliyetler, tahsilatlarda yaşanan sıkıntılar, finansmana ulaşma güçlükleri, karlılıkların düşmesi, şüpheli alacakların hızla artması, bürokratik meseleler en önemli olarak görülen ve dile getirilen sorunlar.
Bir de bu taraflara siyaset kurumunu ilave edersek siyasetçilerimizin ana gündemleri ise artan işsizlikle mücadele ve düşmekte olan büyüme rakamlarımızın tekrar nasıl istenen seviyelere çıkacağı. Ekonomi hakkında bir kanaatin oluşması için bu üç taraf ne zaman bir araya gelir ve ortak gündem oluşturur bilemiyorum. Bu haliyle ortak akıl oluşturarak sorunların çözümü noktasında adım atılmasını beklemek mümkün değil. Finansal piyasaları yorumlayanlar parası olanlara yol gösteriyor. Oysa reel sektör olmayan parasıyla tekeri nasıl çevireceğini öğrenmek istiyor. Kamu ise onun için problem olan rakamlarla mücadele etmek istiyor.
Şüphe yok ki borsanın yönü ya da dövizin seyri reel sektör açısından önemli. Reel sektörün borcuna ve borcunu çevirme kabiliyetine baktığımız zaman dünyada yaşanan gelişmelerin onları etkilemediğini söyleyemeyiz. Çünkü geçen yıl borcunu çevirmek için razı olduğu rakama bu yıl en az 1 puan daha binmiş durumda. Artan finansman maliyeti onun karından düşüyor zira bu günden yarına fiyatlarını değiştirme şansına sahip değil. İhracat yaptığı pazarlarda 2 yıl öncesine göre çok daha fazla sorunla uğraşıyor. İç piyasaya satanlar ise ödenmeyen evraklarla ya da uzayan vadelerle nasıl başa çıkacaklarını düşünüyor. Vade uzadıkça işletme sermayesi ihtiyacı ortaya çıkarken bankacılık sektörü kredi vermek için geçen yıla oranla daha isteksiz gözüküyor.
Zaten krediye ulaşsanız bile yılsonuna göre en az 2 puan fazla bir orana razı olmak zorundasınız. Oysa çoğunlukla dışa bağlı hammaddeyle çalışan işletmelerimiz artan hammadde fiyatlarını bile düşük talepten dolayı fiyatlarına yansıtamıyor. Hükümet bu konuda bazı sektörler için vergi oranlarını indirerek talebi canlandırma adımları attı ancak küçük ve orta ölçekli birçok işletmemiz yukarıda saydığımız problemlerle uğraşıyor.
Sözün özü sokağın ekonomisi ile piyasa yapıcıların ekonomisi birbirini tutmuyor. Bunları bir araya getirmeden birbirlerini dinlemeyi öğretmeden ortak bir gündem oluşturmak bu haliyle mümkün değil. Bu iki tarafı bir araya getirebilsek ekonomi yönetimi sorunların çözümüne dair daha kalıcı çözümler üretebilecek. Sadece en değerli sermayemiz olan zamanı kaybediyoruz.