Uluslararası bir konferansta aspir bitkisi hakkında konuşmak üzere Fas’ın Marakeş şehrine davet edildim. Bu ziyaretimi dosya halinde görüntülü olarak yayınlayacağım ama taze olduğu için yine de görüşlerimi okuyucularımla paylaşmak istedim. Katılımcılardan tek Türk olan benim.
Bu Fas’a ilk gidişim. İstanbul’dan Kazablanka’ya uçuyor, oradan başka bir uçukla Marakeş’e geçiyorum. Uçuş THY ile olunca seyahat daha da güvenli ve güzel oluyor.
Sabah 5.30’da başlayan seyahatim akşam 21.00’de Marakeş’in biraz dışında onlarcasının bulunduğu yeni yerleşim alanındaki otelde sona eriyor. Otelde karşılama, Arap müziğinden geçişlerle canlı yapılıyor. Fas mimarisine uygun, oldukça geniş bir alana yayılmış tek katlı otelimiz aynı zamanda tatil yeri.
Pervaneli küçük uçağımızın inişe geçmesiyle fark edilen, otele geçişte zirveye ulaşan tümü kiremit renkli, düzün sıralı evler çarpıcı güzellikte.
Kahvaltı bizimki gibi ancak buğday, un ve nohut ve yeşil mercimek katkılı lezzetli çorba Harira ile naneli çayları, Fransız usulü ekmekler bizimkinden biraz farklı.
Günlük konferans bitiminde 300 kadar yerli yabancı herkes merkeze koşuyor. Aman Allah’ım “ne şehir, ne eğlence, ne tarih, ne çevre, ne lüks, ne fakirlik”. Ne ararsan var. Tarihi ve kalabalık meydanlar, yeni ve modern parklar, bahçeler, modern olduğu kadar yeni ve eski mahalli giyimli genç, yaşlı kadın ve erkekler.
Yollarda lüks cipler, eski taksiler, faytonlar, el arabaları, bisiklet, eşek arabaları yani insanı taşıyan ne varsa o var, hiç bitmeyen tükenmeyen insan kalabalıkları da ayrı bir hava. Öyle ki, 4 milyonluk Kazablanka’ya günde 100 uçak iniyor, 1 milyonluk Marakeş’e 200 uçak iniyormuş.
Marakeş’i çöl ortasında sahra zannetmeyin sakın. Dağların eteğinde (halen kar vardı) Konya gibi geniş bir ovaya açılıyor. Eski şehir sur içinde kalmış, sanki 1000 yıl geride ki el (deri, gümüş, vazo) işlemeleri, 100 yıl önceki baharat dükkânları meşhur Argan (sadece Fas ta yetişen bir bitki) yağı ürünleriyle zenginleşmiş. Bir de yöresel değişik bitkilerden oluşan bir de Berberi çayları var ki, şekersiz içiliyor ve sağlık dolu.
Her ziyaret ettiğim ve selam verdiğim esnafın % 80 i Türk olduğumu anladı ve kuvvetle ve saygıyla sarıldı ve Stevya yaprağı ile tatlandırılmış bu özel çaydan içirmeden de bırakmadılar.
Yemekler, kebaplar (özellikle tajin), kuskus pilavı, içecekler, canlı hokkabazlar, yılan ve maymun oynatıcılar, davul ve özel zil çalarak eğlendiren Berberiler. Akşam kurulan, kebap yapılan dumanlı ızgaralar üzerinde pişen ucuz mahalli yemeklerle turist ağırlıyorlar.
Türklere sevgileri iyice artmış. Hemen Sultan Süleyman, Hürrem Sultan ile Kurtlar Vadisi ve Polat Alemdar ile selamlanırsanız şaşmayın. Bu arada hangi takımı tuttuğunuzu ve takımlardan birkaç ismi de sayarlarsa hayret etmeyin. Türkçe, arkadaş, hoş geldiniz, nasılsınız kelimelerini de çokça duyarsınız.
Çoğu Arap ülkelerinde olduğu gibi Türkiye ve Erdoğan sevgisi bir başka hissediliyor.
Kazablanka daha modern ve güncel bir yer, Fas’ın İstanbul’u. Dünyanın en büyük camilerinden olan II. Hasan Cami’nin ihtişamına bayıldım. Sanki Okyanusa kucak açmış, insanı İslam’a davet ediyor.
Fuara katılan Fas ta yerleşik bir işadamımız dışında insanımızla hiç karşılaşmadım. Uzak bir uzak olduğu için ticaretimiz pek canlı değilmiş. Uçağımızın neredeyse % 90’ını yabancıların oluşturmasından da belli, ancak iş potansiyeli dikkate değer bir ülke.
Kısaca, Faslı bizi iyi tanıyor ve seviyor. Türkiye deyince gözleri parlıyor. Bu ülke turist ağırlığı ile değil iş hacmi ile de ele alınmalı, zengin kaynaklarından karşılıklı faydalanılmalıdır.