Büyük Türkçe Sözlük’te Fayda (Fâide): “Bir iş veya herhangi bir şeyin sağladığı menfaat, kâr, istifade, yarar” olarak tarif ediliyor.
Faydalı, kelimesi ise; “Faydası olan, istifadeli, yararlı, nâfi, müfid” şeklinde tanımlanıyor.
Ben, araştırmacı-yazar Müfid Yüksel’in çok faydalı işlere ve çalışmalara imza attığını düşünüyorum. Çünkü onun twitter hesabından paylaştığı bilgi ve vesikalar benim çok işime yarıyor.
Adı üstünde Müfid, faydalı bir insan.
Birde Prof. Dr. Mustafa Fayda var. Kendisi ilahiyatçı olup, Hacı Veyiszâde Mustafa Kurucu Hoca Efendi’nin torunudur.
“Fayda” soyadını nereden aldı ve kim koydu bilmiyorum.
Ama “Fayda” kelimesi başlı başına bir değer ihtiva ettiği için bunun birde açılımı var.
Fayda’nın Osmanlıcası ise fâide.
Fâidebahş: Faydalı, yararlı.
Fâide-i hilkat: Yaratılıştaki fayda.
Fâide-i mânevî: Mânevî fayda.
Fâide-i şahsiye: Kişisel fayda.
Fâide-i uhrevîye: Ahirete âit faydalar.
Fâide-i uzmâ: En büyük fayda.
Manevî fâide: Rûha, kalbe ve gönüle âit fayda.
Medar-ı fâide: Faydaya sebep.
Tâmimen lilfâide: Faydalanmayı genelleştirme.
***
“Fâide” üzerine bir de Tanbûri Ali Efendi’nin bestelediği güzel bir Hüseynî şarkı var:
“Senden bilirim yok bana bir fâide ey gül/ Gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül” diye.
Safiye Ayla’nın sesinden dinleyebilirsiniz.
***
“İnsanların en hayırlısı kimdir?” sorusuna verilebilecek en güzel cevap:
“Ben en güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyuran İki Cihan Serveri Efendimiz (Salat ve Selâm Ona olsun), “İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydalı olandır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağir, II, 8) diyerek ifade buyurmuşlardır.
Ceddimiz Osmanlı, bu güzel hadîs-i şerifi kendilerine düstûr edinerek vakıf yoluyla sayısız muazzam ve kalıcı eserler vücûda getirmişlerdir.
“Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- ve onun seçkin sahabîlerinin yürüdüğü yolu tâkib etmekte büyük bir dirâyet ve hassâsiyet göstermiş olan Osmanlılar, kendi dönemlerine gelinceye kadar belli bir ölçüde devam etmiş olan vakıf tesis etme fazîletinde zirveye ulaşmışlardır. Gerçekten vakıflar, gerek kemiyet ve gerekse keyfiyet itibâriyle en büyük gelişmeyi Osmanlı devrinde göstermiştir. Osmanlılarda vakıf, millet sâyesinde kazanılan serveti, tekrar o toplumun istifâde ve hizmetine sunan bir vefâ müessesesi olarak ortaya çıkmıştır. Bunlar, meşrû yollardan edinilmiş mâlî imkânları, kendisi ve ailesine tahsis etmekten ziyâde, umûmun istifâdesine sunmak ve bu sûretle Allâh’ın rızâsını kazanma gâyesiyle vücud bulmuş müesseselerdir.
Bu hususta o denli mesâfe alınmıştır ki, sadece insanların ihtiyaçlarını dikkate almakla yetinilmemiş, vakıf müessesesinde kökleşen İslâmî muhabbet ve şefkat, hayvanları ve bitkileri bile şümûlüne almıştır. Derûnî ve yüce hislerle İslâm’ı en güzel bir şekilde anlayıp yaşayan bu aziz millet, Müslüman yüreğindeki engin şefkat ve merhameti bütün cihâna böylece sergilemiştir. Onlar, binlerce vakıf vâsıtasıyla toplumu bir ağ gibi örmüş ve âdetâ sarılmadık yara bırakmamışlardır.” (Osman Nuri Topbaş, Vakıf İnfak Hizmet, Erkam Yayınları, 2013, İstanbul).
***
Muhammed Kutsî Efendi’de fâzıl, âlim ve ulemâ olarak bu şehre ve yetiştirdiği talebeleriyle büyük fayda sağlayan ve faydaya değer katan “örnek model” bir insandı.
Yâni sizin anlayacağınız çok fâideli işlerin altında onun imzasını görürsünüz.
Rabb’im feyzinden istifade edenlerden eylesin.
AZİZİM DİYOR Kİ…
İnsanlık, sadece Resulü Ekrem Efendimiz’in o güzel sözünü kendisine rehber edinse ve gereği gibi hareket etse kurt ile kuzunun yanyana yaşadığı, açlıkların, yoklukların, zulüm ve adaletsizliklerin yaşanmadığı bir dünya kendiliğinden meydana gelirdi.