Gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır. Çizilen pembe tablolara, söylenen yumuşak sözlere rağmen global piyasalarda dalgalar dinmiyor. Herkesin söylemekten çekindiği global durgunluk artık daha net sinyaller vermeye başladı. Eksi getiri vermesine rağmen Japonya ve Almanya gibi ülkelerin ihraç ettiği devlet tahvillerine olan talebe baktığınızda küresel sermayenin güvenli liman arayışına girdiği net olarak ortaya çıkıyor.
Bırakın devletleri Büyük Alman şirketleri eksi faizle 2-3 yıl vadelerde 500 milyon ile 1 milyar euro aralığında tahvil satıyor ve talep arzın üzerinde geliyorsa bir gariplik yok mu? Bloomberg verilerine göre Haziran 2019’da eksi bölgede işlem gören tahvillerin piyasa değeri 2016 zirvesini aşarak 12.5 trilyon dolar ile rekora tırmandı. Mevcut durumda küresel tahvil piyasası ortalama %1.76 faiz veriyor. Söz konusu rakam Kasım ayında % 2.51 idi. Evet 10 yıl vadeli 100 liralık Alman tahvili almak için 107 lira ödenen bir dünyadayız.
Dünya ekonomisinde ciddi bir yavaşlama var. Ticaret savaşları kavgasında şirketler sabit sermaye yatırımlarından kaçınıyor. Kim; neyi, nerede üretecek, nereye satacak belirsiz durumda. Çünkü dünya artık Trump gerçeğiyle yüzleşmiş durumda. Sabah ambargo koyan akşam sosyal medyadan bunu ertelediğini duyuran bir Amerikan Başkanı varken hangi yatırımcı neyi dikkate alarak yatırım planlayacak? Bu belirsizlikler küresel ticaretin düşmesine sebep olurken gelişmekte olan ülke piyasaları başta olmak üzere tüm hisse piyasalarına olumsuz etki yapmakta.
Geçtiğimiz hafta Fransa’da yapılan G7 zirvesinde liderlerin gündeminden ziyade asıl tartışmalar G7 ülkelerinin merkez bankası başkanları ve maliye bakanları arasında yaşandı. Çünkü Merkez Bankaları konu dünya ekonomisine gelince şoför koltuğunda olmaktan bıkmış durumda. Söylemlere göre artık hükümetlerin küresel ekonomiyi kurtarma çabalarında aktif rol almalarını istiyorlar. Daha kısıtlı hareket imkanlarına sahipler ve gerileme devam ederse hükümetlerin harekete geçmesi gerektiğine inanıyorlar.
OECD baş ekonomistine göre her yerde siyasi riskler artıyor. Büyümedeki zayıflığı çözmek acil olarak gündeme alınmalı ve bu sadece para politikaları ile başarılamaz. Kısaca hükümetlerin bütçe gevşemeleri ile tüketici lehine bir takım kararlar almalarını ve Küresel durgunluktan çıkış için merkez bankalarına destek olmalarını istiyorlar. 2008 krizinden sonra defalarca yazdım çizdim. İzlenen para politikaları üretime istihdama kısaca insana dokunmadı. Her yapılan parasal genişleme türev piyasalarında servet yaratırken insan faktörü hep ikinci planda kaldı.
Dünyanın iki büyük tedarikçisi Almanya ve Çin’den bu kış bu konuda bir adım bekleniyor. Onların tüketimi artırmak için atacakları adımın küresel büyümeye %1 düzeyinde olumlu katkı yapabileceği konuşuluyor. Bizim gibi gelişmekte olan ülkeler açısından durum biraz daha karışık. Arjantin’de yapılan ön seçimlerden bize ne diyebilirsiniz. Ama o hafta gelişmekte olan piyasalardan 4 milyar dolara yakın para çıktı. Bizim gibi sıcak parayı seven ve ihtiyaç duyan ülkeler için global durgunluk büyük bir sorun haline gelecektir.
Başlıkta belirttiğimiz gibi filler tepişirse ya çimenler ya karıncalar ezilir. 2020 yılındaki seçime hazırlanan bir Amerika Başkanı var. Zannediyorum tekrar seçilmeyi istemektedir. Bu bakımdan bu sürecin çok fazla belirsizlik içereceği dikkate alınmalıdır. Üç gün önce ek vergi koyarak global piyasaları alaşağı edip 3 gün sonra sorun yok Çin’le anlaşırız diyen bir lider ne kadar ciddiye alınır veya alınmalıdır? Amerika’nın kendi krizini dünyaya ihraç etmesinin üzerinden 10 yıl geçti ve değişen bir şey olmadı.
Belirsizliklerden nefret eden finans piyasaları için önümüzdeki günler dalgaların devam edeceğinin açık işaretlerini vermektedir. Ümit ederim ki artık insana dokunan ekonomi politikaları konuşulsun tartışılsın. Zira sadece merkez bankalarının eline bırakılan para politikaları gelecekte siyasi manzaranın daha radikal şekilde değişmesine sebep olacaktır. Bu durumun acı sonuçlarını yaşlı dünyamız geçmişte çok ağır bedel ödeyerek yaşamıştır.