Çünkü bilseniz bugün İngiltere'deki, İspanya'daki, İtalya'daki, Almanya'daki birçok yorumcu gibi, Rıdvan Dilmen, Mehmet Demirkol gibi, Metin Tükenmez, Ömer Üründül, Yiğiter Uluğ gibi, Deniz Gökçe gibi öncelikli olarak oynanan futbolu yorumlamaya çalışırsınız. İnsanları galeyana getirecek, kışkırtıcı açıklamalar yaparak kendinize oynamazsınız.
Futbol yazarlığı ... Futbol ve yazarlık... Bu bir iş, bir meslek kolu ... Aslında hem futbolu hem de yazmayı iyi bilmeniz gerek. Birinden biri Türkiye'de yetiyor ya, o başka...
Futbol yazarı; yazı yazmayı bilmeli... Okuyucuyu o maçın havasına sokmalı... Stada gelemeyenlere maçı yaşatmalı...
Hakemle başlayıp, hakemle bitmemeli... İçinde lezzet olmalı, tat olmalı... Edebiyat olmalı, sanat olmalı…
Futbol yazarı futbolu bilmeli. İki günde kendini futbol yazarı olarak bulanlar dahil... Futbolu bilmek televizyondan seyrettiğini yorumlamak değil... Futbolu bilmek, futbolcunun ruh halini anlayabilmek, soyunma odasına girişini, çıkışını, antrenmandaki havasını koklayabilmek olmalı.
Futbolu bilmek bütün gelişmeleri, oyun kurallarındaki yenilikleri takip etmek demek olmalı.
Futbolu bilmek, insanlara inanılmaz iftiralar atarak karalamak, birilerinin üstüne çıkarak bir yerlere çıkmaya çalışmak olmamalı. Alnının terinin akıtan kişilere hesapları incelensin, suçlamalarıyla yok etmeye çalışmak olmamalı.
Futbolu bilmek, ister Beşiktaşlı olun, ister Fenerbahçeli, ister Galatasaraylı, ister Trabzonlu, ister Konyaspor, isterse bir başka takım taraftarı, dürüst olmak demektir. Bazen duygusal yazılar yazsanız da, içinizdeki duyguları dışarı vursanız da bunların esiri olmamak, kulüp yöneticisi gibi davranmamak, amigoluğa soyunmamak demektir.
Futbol yazarı olmak, bugün milyonlarca gencin bilgi olarak gerisinde kalmak değil, ilerisine gitmeye çalışmaktır.
Futbol yazarı olmak, sadece “Bu teknik direktörle olmaz”, “Bu futbolcu formanın hakkını vermiyor”, “Hakem rezaleti” gibi ifadelerin arkasına saklanmak değildir.
Futbol yazarlığı; istatistiği, gözlemi, analizi en iyi şekilde kullanmayı gerektirir. Oyuncunun başarısını salt gol atıp atmamasına bağlamaz.
---
Samsunspor-Beşiktaş maçından önce NTV muhabiri canlı yayında sordu: “Maçı nasıl değerlendiriyorsunuz?”
Dikkat edin, maçtan önce...
“Samsunspor bu maçı çok bariz bir hakem hatasıyla kazanabilir” dedim. Muhabir şaşırdı. Devam ettim.
“Beşiktaş bu maçı çok bariz bir hakem hatasıyla kazanabilir. Ama bu, benim çok çok iyi bir hakem olduğum gerçeğini değiştirmez.”
İbrahim ÜZÜLMEZ’e yapılan hareketin “faul” olduğunu söylüyor çoğu uzman... Faul verdim. Ahmet Hasan seken topu aldı vurdu ve golü attı. Ki öyle de oldu. Velev ki Beşiktaş maçı kaybetti. Bu kez o yorumcuların çoğu “Hakem ilk pozisyonda avantaj oynatmalıydı” diyeceklerdi. Beşiktaş yönetimi işi iyice manipülasyon edip “Hakkımız yendi. Attığımız gol öncesinde avantaj vardı, şampiyonluğumuz çalınıyor” deyip taraftarı galeyana getireceklerdi.
Ama öyle olmadı, Beşiktaş kazandı. Kendi kendime Ya kazanmasaydı dedim!!
---
Çünkü verdiğim kararların doğru olduğuna inanıyorum. Çünkü gördüğümü çalıyorum.
---
Hatalarım, eksiklerim, zaaflarım yok mu, var. Elbette var... Hangimizin yok? Hangimiz yorumlarımızda tam doğruyu yapıyoruz.
İnter-Milan maçı sonrası Maraton'u seyrediyorum. Türkiye'nin iki usta ismi ekranda. Şansal Ağabey, “Maçtaydım. Markus Merk, İnter'in buz gibi golünü vermedi. Olaylar çıktı. 4 maç ceza aldılar” diyor.
Erman Toroğlu ekliyor, “Ama göreceksin UEFA Merk'i askıya alacak maç vermeyecek.”
O UEFA gidiyor, risk düzeyi en yüksek maça Merk'i veriyor. Çünkü kariyerinde yüzlerce doğru yapmış birinin tek yanlışla yok edilmemesi gerektiğini en iyi UEFA biliyor. Ama Türkiye bilmiyor… Maalesef son iki yılda kurunun yanında yaş da yandı. Adamı olan hakemliğine devam ediyor. Adamı olmayan seyrediyor. İlahi adalet elbet bir gün yerine gelecek dostlarım. Daha yüzlerce örnek verebilirim. Ama yazık! Futbol adına…
Çünkü futbolu bilmiyorlar!