TARİHE YOLCULUK (263)
Balkanlar’da Osmanlı’nın izini sürerken geçmişten kalma belirtilerin üzeri ne dereceye kadar kapatılırsa kapatılsın, yine de o izleri müşahede ediyorsunuz. Gagavuz Türkleri hakkında yazılacak o kadar çok şey var ki…
Gagavuz Türkleriyle ilk defa karşılaşmanın ve tanışmanın heyecanını nasıl anlatsam…
Geçmişi 5000’li yıllara uzanan tarihi Sille’de, Türkçe konuşan ve soyadları Türkçe olan ama din olarak Hristiyan ve mezhep olarak da Ortodoks olan Gagavuzlarla buluşacağım, meslektaşım olan Gagavuz Dmitri ile kucaklaşacağım nereden aklıma gelirdi...
Kıymetli dostum Abdullah Uluyurt’la Balkanları gezerken, bu coğrafyada yaşayan nüfusça az Türk akraba topluluklarının da yaşadığı bilgisini kendisi benimle paylaşmıştı. Abdullah kardeşimin 2013’de kaleme aldığı “Gagavuzya’da Yaşa ve Gagavuzya’yı Yaşat” makalesini okuyunca, durumun ciddiyetini daha iyi anlıyor ve kavrıyorsunuz. Balkan Evi sayesinde Makedonya ve Kosova’da Osmanlı ve dolayısıyla Türklerin izini takip ederken Ohri’nin güzelliğine hayran kalmış, Üsküp’ün yalnızlığıyla hüzünlenmiş, Kalkandelen, Debre, Manastır, Pirlebe, Resne, Struga’yı gezerken hayranlığımızı gizleyememiş, Prizren’e adeta bayılmış ve Priştine ile Türklerin yoğun olduğu Gostivar ve Mamuşa gibi şehirlerde, atalarının Konya/Karaman’dan geldiğini söyleyen 14-15 yaşlarındaki gençlerle gece yarılarına kadar sohbet etmiştim.
Osmanlı coğrafyasında 400 yıl huzur ve barış içerisinde yaşayan Balkan halkları, Fransız İhtilâli ve sonrasında estirilen milliyetçilik rüzgârıyla birlikte yelkenleri şişirilerek güçlü devletlerin oyuncağı haline geliyordu. Osmanlı’nın zayıf düşmesiyle birlikte kaynamaya başlayan ve çıkan homurtulu sesleri bastıramamanın sonucunda yaşanan ve tarihe “Kanlı Balkan Bozgunu” olarak geçen acı, ıstırap, dram, zulüm dolu sahneler ve katliamlarla dolu bir geçmiş gözlerinizin önünden bir film şeridi gibi canlanıveriyor…
Harap ve perişan olan bir vatan karşısında; “Viranelerin yascısı baykuşlara döndüm/ Gördüm de hezanımda bu cennet gibi yurdu/ Gül devrini görseydim eğer bülbül olurdum/ Yarab beni evvel getireydin ne olurdu” diye ağlayan Mehmet Âkif’ten bir başka yüreği yaralı şair ve çile adamı Serdengeçti ise; Kanlı Balkanlar’ı bize şu satırlarla anlatıyor:
Kara bir kuş uçtu geldi balkandan,
Kanatları görünmüyor al kandan!
Bana haber verdi eski vatandan;
Kara haber, harp kuşundan karaydı.
Her haberi onulmaz bir yaraydı..
…………..
Manastırlar Plavneler bizsizdir,
Yosun tutmuş camilerin ıssızdır,
Boynu bükük minareler öksüzdür.
Açmaz olmuş kızanlığın gülleri!
Biz neyledik o koskoca elleri?..”
***
Balkanlar, benim içimde saklı kanlı bir yaradır. Balkanlar tarihini okuduğum zaman içimi bir hüzün kaplar ve Osman Yüksel’in dediği gibi hayıflanırız:
“Biz neyledik o koskoca elleri?”
Balkan Bozgunu’nda biz iki milyona yakın insanımızı kaybettik.
Ama nasıl bir kayıp?
Yabancı gazetecilerin görüp yazdıklarına bakacak olursak; Sırp, Bulgar, Yunan çetelerinin yaptıkları tam bir vahşet, vahşetten de öteye giden bu göç yolunda Türklerin nasıl bir işkenceye, katliama, insanlık dışı muameleye uğradığı görülür. Köyleri, evleri, konakları, camileri basarak Müslümanları vahşice öldüren, yakılıp yıkılan, zulmeden ve her türlü işkenceyi reva gören ve insanlıktan nasibini almamış komitacı zihniyetle karşılaşıyorsunuz…
Balkanlar’da Osmanlı’nın izini sürerken geçmişten kalma belirtilerin üzeri ne dereceye kadar kapatırlarsa kapatılsın, yine de o izleri müşahede ediyorsunuz.
Gagavuz Türklerinin tarihi hakkında yazılacak o kadar çok şey var ki…
YARIN: Gagavuz Türkleri-2