Türk Edebiyatı dergisinin Şubat-2024 tarihli 604. sayısında yayımlanan ‘Mahir Ünsal Eriş ve Yeni Roman’ başlıklı yazımı ara başlıklar ekleyerek aynen yayınlıyorum…
&&&
Türk romanı, Ahmet Mithat Efendi’nin ilk numunelerini verdiği yerde değil artık. Romanımız, bugün çok daha farklı hususiyetleri haiz, yeni teknik ve anlatımlarla bezeli, daha farklı, daha renkli. Yazık ki bu durumu dilin kullanımı ve kelime zenginliğinde/tercihlerinde birkaç istisnaî kalem hariç, tam mânâsıyla göremiyoruz.
Günümüz romanıyla alâkalı öne çıkan ikinci özellik ise şiirde de fazlasıyla görmeye başladığımız kurguya eklenen uzun bilgiler. Kendi adıma bundan şikâyetçi değilim doğrusu; evet bilgilenmek isteyen inceleme kitaplarını okur, roman bilgilenmek için okunmaz ama mesajı ve anlatılmak istenileni daha etkili ve kalıcı ifade etme noktasında kurgunun eline hiçbir metin su dökemez kanaatindeyim.
HÜZÜNLÜ MAĞLÛPLARIN İYİMSER YAZARI
Girişte ifade ettiğim değerlendirmeleri son iki romanı (Gaip ve Acaip) odağında izah etmeye çalışacağım Mahir Ünsal Eriş; roman ve hikâyeleri çok okunan, kamuoyunda büyük bir hayran kitlesi olması yanında insandan yana umudunu kesmiş bir yazardır. Levent Cantek’ten mülhem ‘Hüzünlü mağlupların iyimser yazarı’ da değildir artık O. Öte yandan Eriş, ‘yazdıklarının hiçbirinde iyimser olma iddiası taşımadığını, bilâkis genelde kötümser biri olduğunu ve hep en kötü ihtimali düşündüğünü’ söyler kendisiyle yapılan röportajlarda. Hasılı, Sabahattin Ali’nin “Beni en güzel günümde sebepsiz bir keder alır” deyişine yakın bir yerdedir Mahir Ünsal Eriş.
&&&
2022 tarihli Gaip ve 2023’te basılan Acaip, ilk olarak sesli kitap platformu StoryTel’de görücüye çıkmış, daha sonra basılı kitap olarak okura ulaşmış. Her iki kitap da yayınlandığında yazılı ve görsel medyada, sosyal medya hesaplarında çok bahsedilen romanlar olmuş, röportajlar art arda yayınlanmıştır.
Gaip, Balıkesir’in Aksakal beldesindeki bir trafik kazasıyla açılır, birçok meseleyi içine alarak genişler. Aile içi ilişkilerden, devletin işlevine kadar birçok mesele tartışmaya açılır. Diğer bir deyişle romanın birçok meselenin tartışmaya açıldığı çok katmanlı bir yapısı vardır.
BİR AİLE HİKÂYESİ
Okurun ilk dikkatini çekecek olan, Gaip’in bir aile hikâyesi olduğudur. İnsanın şahsi meselelerinin hemen hepsinin aileden kaynaklandığını düşünen Mahir Ünsal Eriş, bu konuda yalnız değil. Aslında psikanaliz de bunu öğretiyor okura, ki roman ve psikanalizm hakkındaki sıkı bağı burada uzun uzun anlatmama gerek yok sanırım. “Aile bizim temel meselemizdir; çünkü her aile, önce neslin hataları üzerine kuruluyor. Onları reddetmek, onlara savaş açmak ya da onları benimseyip yeniden üretmek şeklinde…” diyor yazar.
Gaip’te anlatılanlarla okur, günümüz dünyasının sorunlarıyla da ilişki kurabilir. Dünyayı yöneten küresel güçler, Barnabas İncilinin ortaya çıkmasıyla her şeyin ters yüz olması ihtimali, Kıbrıs gibi konuların izlerine dair bilgi ve değerlendirmeler dengeli bir şekilde kurguya yediriliyor. Kitabın yayıncısı Mundi Kitap, roman için yaptığı tanıtımda tam da bu noktayı vurgular; “Bir trafik kazasında hafızanızı kaybetmek, sizin için yepyeni bir hayat ihtimalinin kapısını aralar mı? Babalar ve oğulları arasındaki ezel ebed gerginliklerden bir huzur ihtimali çıkar mı? Tüm bunların kayıp Barnabas İncili’yle alakası ne peki? Mahir Ünsal Eriş, Gaip’te aileden memlekete, hafızadan siyasete köprüler kurarak ilerliyor. Kötülüğün doğasına dokunurken alışıldık kalıpları bir kenara bırakıyor. Değerlerimize ihanet etmek ağır bir yük de, hatırlanması gerekenleri unutmak başka bir ihanet değil mi? Merakımıza bir fener gibi sarılırsak belki de yolu bulabiliriz.”
BARNABAS İNCİLİ
1930’larda da, 60’larda da, 80’lerde de Kıbrıs davası, Kürt meselesi, ordu güçlerinin sivil siyaset üzerindeki gölgesi, enflasyon, zam, sağ-sol çatışması, laiklik, yoksulluğa bağlı artan suç… aynı meseleler etrafında dönüp duran gündemimize karşılık kurgu yazarlarımızın da bu konular hakkında kalem oynatacağı, tutumlarıyla durdukları yeri fâş edecekleri aşikâr; “Bir sorun bir yerde inatla çözülmüyorsa o sorunun çözülmemesinden beslenen birileri var demektir. Gaip’teki hikâye de böyledir. Türk sağı, bu ülkedeki en kestirilebilir şeylerden biridir. Asla yanıltmaz, şaşırtmaz, hep beklendik hikayeler sunan bir şeydir. Dolayısıyla da bence Gaip’teki hikâyenin tamamen kurgusal olması ama bir yandan da gerçeklikle şaşırtıcı paralellikler taşıması bundandır. Belki de onu bugün de değil de yetmişlerin sonunda geçen bir hikâye olarak yazsaydım çok az farkı olurdu diye düşünüyorum.” (Abdullah Ezik’le söyleşi, 28 Mart 2023, sanatokur.com)
Polisiye, macera ve dram gibi pek çok türü bünyesinde barındıran Gaip’te Mahir Ünsal Eriş’in pek de zengin olmayan kelime hazinesi, gereğinden sade ve süssüz, günümüz modası kolay anlaşılır olmayı öne alan üslûbu, ona vakayı öne çıkarmaktan başka çare bırakmıyor. Bir Tanpınar, Peyami Safa, Thomas Bernhardt tadı, dili ve ahengi arıyorsanız Gaip ve Acaip’te düş kırıklığına uğrayacaksınız. Acaip’te merak ögesi geri plâna atılıp ‘aşk’ öncelenir, çok katmanlı yapı ortadan kalkar; lâkin dil hususunda vasat durumun sürdüğünü rahatlıkla söyleyebilirim.
YAKIN TARİHİN GÖLGESİ
Serinin ilk kitabı Gaip’in oldukça zengin bir şahıs kadrosu var: Salih Bey, eşi Nermin Hanım, oğulları Fikret ve Saim, kızları Müge, torunu Başak, yoldaşı İlyas ve oğlu Zeki, gazeteci Lemi ve diğerleri. Gaip’e bir çeşit tanıtma, aslî konuya çatı vazifesi görme kitabı da diyebiliriz. Gaip’te olayların merkezinde Salih Bey varken, serinin ikinci romanı olan Acaip’te Salih Bey’in oğlu Samim ve yerel gazeteci Lemi öne çıkıyor.
Gaip’te üç kuşak arasındaki ilişki irdelenirken kadro, Salih Bey’den torunu Başak’a doğru genişler. Salih Bey’in kendi çocuklarıyla geliştiremediği bağı torunu Başak ile geliştirmesi dikkatlerden kaçmaz. Yazar da Başak’a önemli roller verir, özellikle de romanın şaşırtıcı finalinde.
Hayatını neredeyse devletin gizli işlerine adamış bir kamu görevlisi olan Salih Bey, bu seçiminin karşılığı olarak ailesiyle ve yakın çevresiyle büyük kopmalar yaşar, pek de tasvip edilmeyen ve sevilmeyen birine dönüşür. Şunu da rahatlıkla söyleyebiliriz Salih Bey karakteri namına; ortada tek ve bütün bir kişilik değil, parçalı bir karakter söz konusudur. Mahir Ünsal Eriş, Salih Bey’i karanlıkta bırakan bir tavır takınır romanda; “Benim için onu (Salih Bey’i) önemli ya da anlatılmaya değer kılan şey derin devlette değil de ailesi içinde nasıl bir adam olduğu. Onu Türk babasının bir ortalaması, bir tecessümü olarak görmek mümkün elbette. Yine de hikâyenin geneline baktığımda onun karanlık geçmişinin peşinden koşmasından çok ailesiyle olan ilişkisinde nasıl çuvalladığını keşfetme macerası cazip geliyor bana.”
Sorunlu baba Salih’in yaşattığı travma, ailesi üzerinde kalıcı ve tesirli yaralar açacak, travmaları tetikleyecektir. Yazar, daha çok babalar ve oğulları üzerinden olumsuz aile ve toplum ilişkilerini yansıtma gayesi güttüğünden Gaip’te, kadınların rolü/etkisi yok denecek azdır.
BABALAR VE OĞULLARI
Geçmişten bugüne edebiyatımızın en temel meselelerinden biri olagelen ‘Baba-oğul ilişkisi’ne Mahir Ünsal Eriş de Salih Bey ve oğulları (Samim ve Fikret) üzerinden farklı bir perspektiften yaklaşır. Salih Bey ile oğulları arasındaki ilişkide Samim için eğreti duran birçok unsur Fikret için oldukça ilgi çekicidir; “Beş parmağın beşi bile bir değil. Hayatın bize öğrettiklerinden biri de ailede her çocuğun tartıda aynı kıymeti vermediği, bunun da çocukların anne-babayla olan ilişkilerine ister istemez sirayet ettiğidir. İnsanların evlat ayırmadıklarına dair beyanları maalesef iyi niyetli ve vicdan azabının önüne baraj kurmak için tasarlanmış safiyane yalanlardan ibarettir. Hal böyle olunca nasıl ki her çocuğun yapıp ettiği anne-babaya aynı görünmüyorsa her anne ya da baba da çocuklara ne olursa olsun aynı görünmüyor. Bu, Fikret ve Samim’in babalarıyla olan ilişkileri özelinde de epey geçerliliğini koruyan bir hakikat.”
Romandaki kırık aile psikolojisini yansıtan tespitler ve çağrışımlar, üzerinde düşünülmeye değer bilgiler.
YENİ DÜNYA DÜZENİ
Derin devlet ve mafyavari işler, uluslararası karışıklıklarla henüz lise çağındayken içli dışlı olmaya başlayan, tezek yemenin bile sıradanlaştığı zor koşullarda, kamplarda eğitim gören iki arkadaş Salih ve İlyas, Barnabas İncilinin peşine düştükleri Kıbrıs ve Kosta Rika gibi ülkelerdeki hayatlarının kovalamacası esnasında başlarına büyük dertler açarlar. Bu bölümlerde verilen bilgilerin Mahir Ünsal Eriş’in aldığı arkeoloji ve tarih eğitimlerinden izler taşıdığını söyleyeyim.
Komünizmin tarih sahnesinden çekilişi, sadece Ortadoğu ve Türkiye değil, tüm dünyanın hızla değişmesi gibi ilginç anekdotlar muhatabını memnun edecektir. Koyu bir Gençlerbirliği taraftarı olan Mahir Ünsal Eriş’in romandaki sportif enstantaneleri de konu eşitliliğini zenginleştirmekte ve ilgiyi diri tutmaktadır.
Serinin ikinci kitabı olan Acaip’te daha çok karşımıza çıkacak olan aile dostu ve yerel gazeteci Lemi’nin Barnabas İncili ve Kıbrıs arasındaki ilişkiyi bir yazı dizisi hazırlığına girişmesi olayları daha çetrefilli yapacaktır. Salih Bey’in ve yakınındakilerin hayatları büyük tehlikededir ve tek sigortaları Barnabas İncilini ele geçirmeleridir. Barnabas İnciline atıflar ve verilen bilgilerin hemen herkesin dikkatini celbedeceğini, yaşadığımız dünyanın sonunu getirecek işlerin kökenlerini anlama noktasında büyük iş göreceğini düşünüyorum.
Gaip’te anlatılanlara devinim kazandıran, Mahir Ünsal Eriş’in ilgisi yok dediği Susurluk gibi yakın tarihteki büyük olayları çağrıştıran; “trafik kazasına ve kazada Salih Bey dışındakilerin ölmesine kim ve neden sebep oldu, arabada kimler vardı, Salih Bey geçmişini ve geleceğe yansımalarını öğrenebilecek mi, Barnabas İncili’ni kim çaldı, İlyas’ı kim ve neden öldürdü?” gibi sorular okurun merakını artırır.
‘GAİP’ DAHA BAŞARILI
Mahir Ünsal Eriş, serinin ilk kitabı Gaip’te araladığı sır perdesinin ardından Acaip’le ilerliyor. Bu kez daha az kişi, konu çeşitliliği, heyecan ve merak söz konusudur. Sahne Salih Bey’in oğlu Samim ve büyük aşkı Güzin’indir. Hayatı yalanlar üzerine kurulu Samim, gerçekleri acı şekilde öğrenecektir. Yalanlar bir bir gün yüzüne çıkarken gerçek olan tek şey, Samim’in Güzin’e karşı derin aşkı. Yazar, sadece aşkı değil, çaresizliği de etkileyici bir dille anlatmış romanda. Hatta şunu da ekleyeyim; kitabı okumaya devam ederken herkes kendinden bir şeyler bulur, yaşar ve bir anda Samim oluverir. Bu kısımlarda anlatılanlar çok içten, samimi ve gerçekçidir. ‘Acaip’ten yapacağım iki alıntı söylediklerimi somutlaştıracaktır; “… Çünkü senin her şeyin bulaşıcıdır Güzin. Sen gülersen bakkal güler, taksici güler, elinde tavşan balonuyla yanından geçen çocuk güler, dilenci kadın güler, otobüsün camından yarı ölü yorgun yüzüyle dışarıyı izleyen dede güler, su güler, hava güler, kar güler, şehir güler, sokak güler. Sen üzüldün mü güneş bile çıkmaz. Yağmur yağar üç gün üst üste. Bulutlar bırakmaz güneşi kendini göstersin. Sen acıktın mı aşevlerinin önü, lokantaların kapısı, köftecilerin arabaları kuyruk olur. Sen şaşırırsan Güneş tutulur, Ay tutulur, gökte milyarlarca yıldır dönenen onca cismin aklı karışır. Sen seversen senin sevgin tüm dünyaya yeter. Tüm dünyadan aynaya tutulmuş ışık gibi sana geri döner. Uzun yıllardır okumaya hasret kaldığımız türde sıcak bir aşk hikâyesi, dünyanın farklı coğrafyalarından gelmiş, birbirinden garip insanların esrarengiz hikâyeleriyle buluşuyor. Karanlık denizler, ürkütücü maceralar, mitolojik figürler, korkunç mahluklar… Hepsi birbirinden “acaip” bu hikâyeler, Ankara’nın en karanlık tarafında kalan karanlık olaylara karışıyor, içinde ne işler çevrildiğini anlayamadığımız bir çeviri bürosunda Samim ile Güzin’in sonsuz aşkına çevre oluyor.” “…Ama bir gün, belki de çok uzakta olmayan bir gün, ölüp gideceğim. Suyun dibine inen bir taşın yüzeyde bıraktığı dalgalar gibi yavaş yavaş silinip gidecek izlerim bu dünyadan. Geriye hiçbir şey bırakmadan, ne olup bittiğini dahi anlamadan çekip gideceğim. Hiç yaşamamışım gibi, hiç var olmamış, bu kocaman göğün altında bir nefes dahi almamışım gibi, kaybolacak varlığım.”
Elbette, aşktan bahseden bir roman okurken satırlar arasında epey bir etkili ifade de arz-ı endam eder. Meselâ; “Hayat birbirinden habersizmiş gibi görünen bir sürü tesadüfün kurduğu bir bilmece. Hangisi nerede başlıyor, ne zaman, nasıl, ne biçimde bitiyor, anlamıyoruz bile. Gelip geçtiğini görüyoruz sadece.”, “Otogar yalnızca kimsesizliğin değil, mekânsızlığın da vitrinidir. Orada kavuşmalar değil hep ayrılıklar hatırlanır.”… gibi.
&&&
Mahir Ünsal Eriş’in “Dünya Bu Kadar, Öbürküler, Diğerleri, Gaip ve Acaip” bütün romanlarında görülüyor ki, bir roman yazarı olarak zamanda gezmeyi, yakın tarihin can alıcı noktalarına cesurca gidip oralardan hikâyeler anlatmayı seviyor o. Politik iklimin, tarihin kendi sıradan, kişisel tarihlerimizi nasıl etkilediği üzerine kuruyor romanlarını.
“Gaip ne kadar yargılamasız, ne kadar soğukkanlı ve mesafeliyse, Acaip o kadar duygu yüklü, o kadar sıcak ve kederli bir roman. Aynı hikâyenin içinde gezerken bu duygusal farklılık çok güzel yakalanmış. Üçüncü tekille, ben anlatıcı arasındaki fark mı bu?” sorusuna Eriş’in cevabı; “Çünkü aşk, hikayeyi değiştirir. Sesi, kokuyu, fonu, atmosferi, meseleyi, dünyayı değiştirir. Hikayeler aşkın süzgecinden geçince bambaşka şeylere dönüşürler. Bence bundan.”dır.
Mahir Ünsal Eriş’in, “Hangisi daha Mahir Ünsal Eriş peki? Gaip mi, Acaip mi?; Zannederim ikisi de biraz. Ama galiba Acaip daha çok.” cevabıyla bitireyim yazımı.