Erdal Öz’ün vefatından sonra Can Yayınları’nın başına geçen oğlu Can Öz, güzel işlere imza atmaya devam ediyor. Can Yayınları’nın alışılagelen beyaz sofistike kapaklarını değiştirmekle işe koyulan Can Öz ve mesai arkadaşları, yayınevinin konu çeşitliğini de zenginleştirdi. Mahmut Yesari’nin ‘ Babıali Hatıraları’, yayınevinin ‘Miras’ serisinden çıkmış. Türk kültür hayatının kilometre taşı metinlerinden oluşacak bu seri, pek çok önemli eserin kaybolup gitmesini, unutulmasını da engellemesi bakımından takdire şayan bir düşünce. Yesari’nin bir başka mühim eseri ‘İstanbul’un Antika Tipleri’ de kısa bir süre evvel bu seride neşredildi ve kadirşinas okuyucuya emanet edildi.
Mahmut Yesari’nin soyadı ‘solak’ anlamına geliyor. Osmanlı’nın en zor zamanlarında, oldukça karışık ve sıkıntılı bir zamanda, 1895’te doğmuş. Sanayi-i Nefise Mektebi yani günümüzün Güzel Sanatlar Fakültesi mezunu olan Yesari, Çanakkale cephesinde de subay olarak savaşmış, elli yaşında veremden vefat etmiş.
‘Babıali Hatıraları’; Mahmut Yesari’nin müstakil olarak anılarını bir arada topladığı, kitap olarak sağlığında düşündüğü bir çalışma değil. Çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanan yüzlerce makaleden, hatıra türüne yakın olanların bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş.
Babıali Edebiyatı, Gidenler Kalanlar, Tiyatro Hatıraları, Tiyatro Muharrirleri ve Konuşmalar başlıkları altında beş bölümden müteşekkil ‘ Babıali Hatıraları’; Yesari’nin bizzat tanıştığı, tanıdığı simaların maharetlerini ortaya koyuyor. Yazılanlar en başta günümüz basın emekçilerinin ziyadesiyle istifa edebileceği önemi mesajlar ve teklifler içeriyor. Ayrıca makalelerde yer alan pek çoğu tedavülden kalkmış nev-i şahsına münhasır kelimeler eminim ki kelimelere meraklı okuyucuların ilgisini çekecektir.
‘Babıali Edebiyatı’ başlıklı ilk bölümde; Yesari’nin gazeteciliğe başlaması, o günlerde gazetecilerin durumu/çalışma koşulları, bizde okumaya ilginin az olması, gazetecilikteki kazancın geçime yetmemesine rağmen bu mesleğe girdikten sonra bırakmanın imkansızlığından, Batıda gazeteciliğin ve telif ücretlerinin sistemli oluşu… minvalinde makaleler, anılar eşliğinde akıcı bir üslupla okuyucuya sunuluyor.
Bölümün son yazısından hassaten bahsetmek gerek bence. Mahmut Yesari ‘ Roman Yazıyoruz’ başlıklı makalesinde o günün şartlarında romanın ne olduğunun yeterince kavranamadığına, bilgi eksiklikleri kaynaklı tercüme yanlışlarına değiniyor. Birkaç somut örnek aktaralım kitaptan; ‘…revelvoreni eline aldı. Ucunu şakağına dayadı.’ Yazıcının silahtan haberi yok. Revolverin ucuna namlu derler.’ diye yazar Mahmut Yesari.
‘ İki günden beri kendisini için için sarsan buhranlar, acılar, işkenceler bir an içinde birdenbire kesilecek, duracaktı.’ Sekizinci sınıfta bu cümleyi yazan çocuğu sınıftan döndürürler. Kendisini için için sarsan buhranlar, acılar! Buhranların, acıların dışa vuranları mı vardır?
Rahmetli bugünleri görseydi kahrından ölürdü herhalde…
‘ Gidenler, Kalanlar’ başlıklı ikinci bölümde yazarın, dönemin fikir adamlarını genelde vefatları vesilesiyle andığı ve onlarla hatıralarına yer verdiği makalelere yer verilmiş. Başarılı portre yazıları olarak da değerlendirebileceğimiz bu makalelerde ülkemiz basın hayatındaki değişimleri de yakından gözlemliyor okuyucu. Özellikle hâce-i evvel Ahmet Mithat Efendi’nin toplum hayatımıza katkılarının ön plana çıkarıldığı, edebiyat kitaplarında pek bahsedilmeyen hususiyetlerin anlatıldığı yazılar bunlar.
Tiyatro türüne ayrı bir önem veren ve bu konuda pek çok metin kaleme alan Mahmut Yesari’nin bu minvaldeki yazıları kitapta ‘Tiyatro Hatıraları’ ve ‘ Tiyatro Muharrirleri’ başlıkları altında iki bölüm olarak bir araya getirilmiş. Tiyatronun toplum hayatında, hele de eğitimdeki önemini bir kez daha yoğun bir şekilde anlıyor kitabın bu bölümünü okuyanlar.
Son bölüm, Mahmut Yesari ile yapılan söyleşilere ayrılmış. Yesari’nin kendi hayat hikayesi ve çalışma prensiplerinden, başta roman olmak üzere diğer türlerdeki eserleri üzerine düşüncelerine yer verilen röportajlarda, soruları soran muharrirlerin duygu ve düşünceleri, gözlemleri de aktarılır. Mesela 1944’te, ölmeden bir yıl önce kendisine sorulan, ‘Edebiyatımızın bugünkü manzarası nedir?’ e verdiği cevap şu şekildedir; ‘ Edebiyatımız bugün anarşi geçiriyor. Kitapçılar yalnız kazanç peşinde oldukları için avam edebiyatı revaçta. Bu akıl, sanata öldürücü darbe vuruyor. Eğer bunun önüne geçilmezse yarının edebiyatından ümidimizi kesmeliyiz.’
Yaklaşık 75 yıl önce söylenen bu sözlerin, öngörülerin ne denli isabetli olduğunu, sıkıntı ve kaygıların artarak devam ettiğini görmek derinden yaralıyor kültür dostlarını…